CAMİ KATLİAMINDA DEHŞET SORULARI!..
2001 yılındaki "11 Eylül" saldırıları Amerika'yı sarstığında tüm dünya da şok geçirmişti...
3 binden fazla insanın öldüğü o katliamın arkasında Radikal dinci "El Kaide" örgütünün hücreleri çıkmıştı...
İşte o eylemin ardından, dünya genelinde "terörün şemsiyesi"ni açmakla suçlanan El Kaide hiç boş durmadı...
Irak'ta, Libya'da ve son olarak Suriye'de yalnızca Müslümanları katletmedi örgüt, Batıda da "IŞİD" kılığında onlarca kanlı eyleme imza attı...
Kendilerini "Müslüman" diye pazarlayan cinayet şebekeleri Fransa'da, Brüksel'de, Almanya'da ve dünyanın birçok ülkesinde, meydanlarda- metrolarda- havaalanlarında katliamlar yaptı, insanlığa büyük acılar çektirdi...
Ve eylemler yapılırken en çok da İslam dini zarar gördü...
El Kaide, IŞİD ve türevleri en başta Müslümanlara savaş açarken ve namlularını bazen de Batı ülkelerine yönlendirirken, ne yazık ki başta Mısır'daki El Ezher olmak üzere, İslami otoritelerden yeterince ses çıkmadı...
Herkesi esir almıştı korku... Diyeceksiniz ki; IŞİD ve El Kaide Irak'ta, Suriye'de, Libya'da cami bombalarken ve meydanlarda Müslümanları kılıçtan geçirirken ses çıkarmayanlar, Batıdaki eylemlere tepki gösterir miydi?..
Doğu ya da Batı... Taarruzun adı "terör" ise ve kurban insanlıksa tüm dünyanın ayağa kalkması gerekiyordu...
Oysa Irak Savaşı'ndan itibaren din ve mezhep savaşları sürerken, Doğu da sustu, Batı da sustu ve insanlık kaybetmeye devam etti...
Yalnızca Müslüman kamuoyu değil, ABD ve müttefiklerinin kontrolünde Müslümanları katleden El Kaide ve IŞİD'e Avrupa ülkeleri de yıllarca sessiz kaldı... Çünkü nasılsa Müslümanlar ölüyordu...
Teröre küresel tepki şart...
İşte Batı'da ve Doğu'da devam eden bu tuhaf ve kuşkulu suskunluk El Kaide ve IŞİD'in bomba düzeneklerine, şarjörlerine mühimmat ve mermi pompalarken, yüzbinlerce insan yok oldu din ve mezhep savaşlarında...
El Kaide, IŞİD ve benzerleri kendi ideolojilerini yaymak için Müslümanları birbirine düşürmeye çalışan emperyalist tezgahın taşeronları olurken, aynı zamanda dünyanın birçok bölgesine şiddetin tohumlarını ektiler, "düşmanlık"lar da yarattılar... İslama karşı bir düşmanlıktı bu...
İşte o düşmanlık son olarak Yeni Zelanda'da barbarlığın karanlık kuyusunda büyütülmüş bir öfkeyi Müslümanların ibadet ettiği camiye yönlendirdi ve onlarca masumu katletti...
Bir bilgisayar oyunu değildi görüntüler, dehşet vericiydi...
Camide namaz kılmaya çalışan masum Müslümanların üzerine nefret kurşunları saçan bir tetikçi, tüm dünyayı şok ederken geride çok önemli sorular da bıraktı;
Yeni Zelanda'da onlarca Müslümanı acımasızca katleden cani, dinci terörün yaydığı nefretin intikamını almaya çalışan yeni bir örgütün kuruluşunu mu ilan etti, yoksa karanlık bir devlet operasyonunu mu dışa vurdu?..
Bu bireysel bir saldırı mıydı, yoksa organize bir gücün tetikçisi mi vardı meydanda?..
Müslüman karşıtları kendi IŞİD'lerini mi yarattılar, kendi El Kaidelerini mi kurdular acaba?..
Ve en önemlisi de bu eylem şok yaratmak için planlanmış bir öfke katliamı mı, yoksa bundan sonra dünyanın her tarafında Müslümanları hedef alacak sistemli bir taarruzun ilk alçaklığı mı?..
Yazının başından itibaren dikkat çekmeye çalıştığımız asıl mesele burada ortaya çıkıyor işte...
Doğu'da ve Batı'da; Müslümanlar, Hristiyanlar ya da Yahudiler din ve mezhep adı altında dayatılan şiddete karşı çıkmadıkça, karşılıklı olarak ekilen nefret tohumları insanlığı vurmaya devam edecek...
Tüm dinlerin temsilcileri Yeni Zelanda'da şok yaratan alçakça katliama "küresel bir tepki" göstermediği sürece, bağnazlığın tohumlarıyla beslenen cellatlar Müslümanı da Hıristiyanı da Yahudiyi de vurmaya devam edecek... İşte o zaman tüm insanlığa çok yazık olacak...
Atatürk'e düşman Diyanet!..
Seçim meydanlarında birileri fetva üstüne fetva veriyor...
Seçmene "Cennet" vaat edenler mi dersiniz, AKP'yi desteklemenin Kuran'ın emri olduğunu zırvalayanlar mı?..
Konu din ve sömürü olunca, meydan ne yazık ki boş bu ülkede... Ve dinin tüm gerçekliğiyle anlatılması konusunda mücadele edecek bir kurum da yok ortada...
Din tacirlerine, hurafe bezirganlarına bırakın ses çıkarmayı, tam aksine tarikat- cemaat rantiyeciliği ile milleti kandırmak için tüm enstrümanları kullanan zavallılara ses çıkarmıyor din adına konuşması gerekenler...
İşte o konuşması gereken, yani hurafecilere haddini bildirmesi gereken kurum Atatürk'ün kurduğu Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan başkası değil...
İşte o kurum bağnazlığı yutturmaya çalışan, dini siyasete alet etmek için çırpınan zavallılarla bırakın mücadele etmeyi, "sessiz"liğiyle adeta onların yanında duruyor gibi bir algı da yaratıyor... İşte bu çok tehlikeli...
Hiç şüphesiz o kurum da İslam dinini "barış, kardeşlik ve sevgi dini" olarak tanımlıyor ama en başta da Atatürk'le kavga ederek tehlikeli bir çelişki yaratıyor...
İşte yine Çanakkale Zaferi, yine Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü'nün, içinde Atatürk olmayan bir hutbesi...
Kara savaşlarının kaderini değiştirerek Çanakkale Destanı'nın yazılmasında lokomotif görevi üstlenen büyük Önder Atatürk'ü yine anmadı Diyanet İşleri Başkanlığı...
Söyler misiniz; Diyanet ne hakla Atatürksüz bir Çanakkale Zaferi'ni tasvir etmeye çalışıyor?..
Bu nasıl bir gaflettir, bu nasıl bir düşmanlıktır ki, bu ülkede milyonlarca insanın yüreğinde olan Atatürk'ü sansürleyebiliyor bir devlet kurumu?..
Atatürk'ün kurduğu makamda oturup Atatürk'e düşmanlık yapan bir zihniyetin Çanakkale hutbesinde yol açtığı bu skandal tam da Diyanet'in dünyaya bakış açısını tasvir ediyor...
O Diyanet'in başkanı değil mi ki, Atatürk'ün en büyük düşmanlarından birini hasta yatağında ziyaret ederek infial yaratan?..
İslam'ın "barış, kardeşlik ve sevgi" mesajı Atatürk'e bile düşmanlık eden böyle bir Diyanet'le kesinlikle anlatılamaz...
Çünkü ömrünü bu ülke için feda eden büyük bir önderi yok sayarak, "kul hakkı" da yiyor Diyanet!..
https://twitter.com/FARACYAZIYOR
https://www.facebook.com/mfarac