DİLENCİLERİN DEMOKRASİ ANLAYIŞI

Demokrasi adı verilen siyasal sistem  “antik çağdan” günümüze kadar bilinmektedir. Ama tanımı her yüz yıla göre değişmektedir. Yani demokrasinin tanımı tek değildir.

Antik çağın Atina’sında “köleli demokrasi” vardı.

Oysa yirminci yüzyılın son çeyreğinde demokrasi şöyle tanımlanıyordu: ‘Azlığın çokluk karşısında korunduğu, çoğunlukçuluğun değil çoğulculuğun egemen olduğu, temsilde adaletin sağlandığı, farklılığın ötekileştirilmediği siyasal sistemdir.’

Yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğindeki demokrasi tanımı da şöyle yapılmakta: 'Farklılığın kabulü, içe sindirilmesi ve onun yönetilmesidir.'
 
Söyleyin bakalım. Türkiye bu tanımın neresinde duruyor?

Yanından yöresinden bile geçmiyor. Geçemez. Geçemeyecek de.

Neden? Çünkü, demokrasi erdemli yurttaşlarla yaratılır da ondan.

Erdemli yurttaş ne demek?

Oyunun kutsal ve namus öğesi olduğunu bilen demek. Futbol kulübü taraftarı gibi davranan seçmen demektir.  Yani kulübünü değiştirmeyen ancak yetersizliğini gördüğünde kulüp başkanını istifaya çağıran demektir.
 
Her seçim döneminin analizlerine bakın, blok olarak milyonlarca oy bir uçtan öbür uca savrulup durmaktadır.

Adam yıllardır solcuyum demiş, bunu istismar etmiş, bir bakıyorsunuz sağcı olmuş ya da televizyonda ben liberalim diyerek ahkâm kesiyor.

Adam yıllardır 'Türk ya da Kürt mikro milliyetçisi' olarak ortalıkta dolaşmış, para ve şöhret kazanmış, birdenbire karşınıza demokrat ve liberal olarak çıkıyor. Bu kişilerin kimler olduğunu söylemeye gerek yok, zaten her gün televizyon ekranlarında konuşup durmaktalar.

Yarın, siyasal iktidar ve konjonktür değişsin, bu şahsiyetleri, başka bir kisve altında yine göreceğiz. Hiç kuşkunuz olmasın.
 
Demokrat Partinin 1946 ve 1950 yıllarında aldığı oyların çokluğu anlaşılabilir. CHP’nin tek parti dönemindeki yarattığı yılgınlık,  insanları yeni partide kutuplandırmıştır. Bu anlaşılabilir.

DP iktidara gelirken “Yeter Söz Milletindir” diye slogan üretilmişti. Yani demokrasi talebiyle seçim meydanlarına çıkılmıştı.

1957 seçimi sonrası Başbakan Adnan Menderes ve DP’nin kurmayları demokrasiyi yok ederek halkı kutuplaştırmaya başladılar. Tahkikat Komisyonuyla, yaratılmış besleme basınıyla, son aşamada ise Adnan Menderes diktatör olmak zorunda kaldı. Dağıtılacak para da bitince halk mokurdanmaya başladı.
 
27 Mayıs 1960 müdahalesi oldu, Maalesef Başbakan A.Menderes idam edildi, DP’nin seçmeni, taraftarı kıpırdanmadı.
 
12 Eylül 1980 darbesi oldu. Siyasi partiler kapatıldı, oy verenlerin kılı kıpırdamadı. Dönemin en güçlü, en kalabalık sendikası DİSK kapatıldı, işçiler 'suya yatmış camış' gibi kıpırdanmadı. Kenan Evren anılarında DİSK’ten korktuklarını, bu nedenle üç gün beklediklerini yazmıştır. Ama bakmışlar ki, çıt yok, o zaman darbeyi vurmuşlar.

ANAP kuruldu, iktidara geldi, sonra siyasi yaşamımızdan çıktı gitti. 2007 seçim döneminde Erkan Mumcu’nun operasyonu sonucu da kapandı, siyasi tarihin mezarlığına gömüldü. Milyonlarca oy veren ortalıkta görünmedi.

DYP diye bir parti vardı. Seçmeni milyonlardı. En son genel başkanı olarak görünen şahsiyet bir anda AKP’ye kaydoldu. Bu partinin seçmeni de sanki buhar oldu.

CHP ve MHP seçmen yüzdesi hemen hemen sabit kalmaktadır. Büyük çoğunluğu oluşturan sağ görüşe meyilli seçmen görüldüğü gibi blok olarak kaymaktadır. Bu durumda, demokrasinin “d’si” bile konuşulamaz.

Seçmene makarna, fasulye, kömür dağıtılması, yıllardır kanıksandı. Kimisi erzak dağıtılışını dilencilik olarak tanımlıyor, buna karşın halk bunu doğal kabul ediyor.  Çünkü kapısına bırakılan çuvalları almayı dilenmek olarak değil, sanki onların doğal hakkıymış gibi değerlendiriliyor.

Sokak dilencilerini hatırlatmak isterim. Kim para verirse ona dua ederler. Arkadan gelen kişi parayı verdiğinde, sen unutulur gidersin. Kısacası dilenci, avucuna parayı koyana tapar.
 
İnsanlık tarihi dilencilikle geçinen toplumlarda demokrasinin yaratıldığına tanık olmamıştır. Eğer olsaydı, Hitler Almanyası’nda, Stalin Rusyası’nda da demokrasi olurdu.
 
Demokrasi mücadelesi başkasına el açan insanlarla değil, alnının terini eliyle silen insanlarla verilir.