SAĞCIDAN DEMOKRAT OLMAZ

Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan itibaren demokratikleşme çabası içindedir. Ancak bugüne kadar bu yaratılamamıştır. Neden?

1923’ten 1946’ya kadar CHP tek parti olarak iktidarını sürdürmüştür. Her ne kadar Terakkiperver Cumhuriyet Halk Fırkası (1924) ve Serbest Cumhuriyet Fırkası (1930) kurulmuşsa da, bu iki siyasi parti de kısa ömürlü olmuştur.

1946’ya gelindiğinde CHP’nin içinden çıkan bir grup milletvekili DP’yi kurmuştur. İlk etapta büyük toprak sahiplerinin kuruculuğunu yaptığı bu parti, ilginçtir, “Yeter söz milletindir” sloganıyla ortaya çıktı.

Büyük toprak sahibi Adnan Menderes’in karizmatik kişiliği 1950 yılındaki seçimi ezici çoğunlukla meclise taşındı. Prens Sabahattin’den sonra liberal olduğunu ifade eden bir politik aktörün ortaya çıkışına tanık olduk.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD doktrin değişikliğine giderek Truman doktrini ekseninde, Türkiye ve Yunanistan’ın da aralarında olduğu ülkelere Marshall yardım paketi dağıtıldı. Bu paralar büyük toprak sahiplerinin makinalaşarak  ziraat yapmalarına aracılık etti. Dolayısıyla bir anda üretim arttı, küçük üreticilerin de pazara daha çok mal yığmasının önü açıldı. Buna bağlı olarak da kent kültürünü tanımayan köylüler vasıtasıyla köylülük kentlere taşınmaya başlandı.  

Daha önce 1942 yılında Varlık Vergisiyle beli kırılan “gayrı Müslim”  tüccarın (özellikle Yahudilerin) zaten malları el değiştirmiş, Türk filmlerinden aşina olduğumuz görgüsüzlük timsali, bar-pavyon müdavimi  hacı ağalar türemişti.

DP dönemi ise bir adım daha ileri giderek, büyük kentlerin, özellikle ilk etapta İstanbul’un hızla köylülük kültürüne teslim oluşunu doğurmuştur. 1955 yılına gelindiğinde Marshall yardımının kesilişiyle birlikte, 6-7 Eylül 1955 olaylarının patlayışı, canlarına kastedilen Rum azınlığın mallarının da darmadağın edilmesiyle sonuçlanmıştır.

Rumlar İstanbul’u terk edince, hangi tip halk buraya akmıştır? Liberal olduğunu her fırsatta yineleyen Cüneyt  Ülsever’in bu konudaki saptamasını çok tutarım; “maalesef, 6-7 Eylül olayları sadece azınlıkların ülkeyi terk etmesini hızlandırmamış, İstanbul’un bin yıllık tarihsel ve kültürel dokusunu yerle bir etmiştir, bu şehrin sonradan bir maganda kentine dönüşmesinin altyapısını kurmuştur.”  

DP liberal düşüncenin savunucusu olduğunu  iddia etmiştir ama, ortaya koyduğu uygulamalar tam tersini kanıtlarıyla ortaya dökmüştür. Tarihi şahsiyet İsmet İnönü’yü taşlatmasını, CHP’nin mallarına el koydurmasını, dini politikaya alet ederek  istismar etmesini, gazetecileri hapislere attırmasını, A.Menderes’in TSK ve üniversitelerle ilgili antidemokratik konuşma ve tavırlarını bir yana bırakıyorum. Vatan Cephesi kurdurarak camilerin bile ayrılmasına yol açarak ülkeyi ikiye böldüğü gibi, Tahkikat Komisyonu’da kurdurarak tüm özgürlükleri dinamitlemiştir. (Bu konuda bakılacak kaynaklara örnek: Erol Mütercimler, Aynadaki Tarih ve Komplo Teorileri kitapları)

DP iktidarı, bir askeri müdahaleyle sona erdirildi. Tarihimizin en demokratik, ilerici, özgürlüklerin önünü açan 1961 anayasası yazıldı. Böylece sol düşüncenin özgürce ifadesinin önü açıldı.

Bu darbenin ardından kurulan Adalet Partisi de Süleyman Demirel’in liderliğinde, yine liberal olduğunu iddia eden bir parti siyasi iktidarı ele geçirdi. Ama ne oldu?  DP’nin büyük birkaç kente yaydığı köylüler köylülükten sıyrılmaya çalışırken, AP tarafından   ülke geneline yayıldı. S.Demirel sanayileşme iddiasının kahramanı oldu. Barajlar kralı unvanı aldı. Çoban Sülü olarak adlandırılan başbakan S.Demirel, köylüleri köylülükten kurtarmadığı sürece çok oy alacağını anladığından, liberal dünya görüşünün temsilcisi olduğunu inkâr ederek, yalnızca oy avcılığı yapmıştır.

Solun yükselişinden ürken ABD, Başbakan Süleyman Demirel iken, Orgeneral Faik Türün’ün  önderliğinde, sağ gerici faşist darbe yaptırmıştır. Tüm solun üzerinden silindir gibi geçilmiştir. Sonuçta ne oldu dersiniz? Yine S.Demirel iktidara gelmiştir!

Arada Bülent Ecevit’in liderliğinde CHP yükselişe geçmiştir ama tek başına iktidara taşınmamıştır, MSP ile koalisyon yapmak zorunda kalmıştır. Yani, halk B.Ecevit’i sevmiş oluşuna karşın, yine de sosyal demokrasiye iktidarı teslim etmemiştir.

1975 sonrasında demokrasi tarihimizin en karanlık dönemi olan Milliyetçi Cephe hükümetleri  (AP-MHP- MSP) kurdurulmuştur!

1 Mayıs 1977’deki CIA derin devlet ortaklığıyla  büyük cinayet komplosu da bu dönemde  yaptırılmıştır. Ülkücü-devrimci çatışmalarıyla ülke 12 Eylül 1980’e getirilmiştir. Bu askeri darbe klasik faşist gerici klasik ABD-NATO darbesidir.  İktidarda kim var? Sağcı partiler ve politikacılar var!

Tüm solun ve Ülkücülerin de neredeyse yüzde sekseninin üzerinden tankla geçen ABD güdümündeki darbeci generallerin açtığı kulvardan iktidara yine liberal olduğunu iddia eden Turgut Özal’ın ANAP’ı iktidara egemen olmuştur.

T.Özal, DP ve AP’den farklı olarak “Anadolu sermayedarları” yaratmayı başarmıştır. Ama nasıl?

Tüm ahlâki değerleri darmadağın ederek. Üstelik kendisinin dini hassasiyeti olduğunu da gevrekçe ifade ederek.

T.Özal’ın döneminde 12 Eylül’ün hapislere attırdığı yasaklı politikacıların yeniden siyaset yapmalarının önünü açmak amacıyla “referandum” yapılacaktı. T.Özal ve bakanı Güneş Taneri “ No, No” diyerek ortalıkta dolaştı durdular. Sözüm ona, ANAP ve Turgut Özal özgürlükçüydü!

Bu referandum süreci, kendisine parayla bağladığı yalaka medya yaratan sağ siyasetçinin sığlığını ve samimiyetsizliğini bir kez daha ortaya koydu. Sadece rantiyeci olduklarını tarihe yazdırarak silindi gittiler.    

28 Şubat’ın yarattığı AKP 2002 yılında iktidara geldi. Muhafazakâr,  liberal,  özgürlükçü parti olduğu iddiasındaydı. 12 yıldır iktidardalar. Demokrasi ve demokratikleşme yolunda ne denli samimi olduklarını  size bırakıyorum.

Gazeteci Hüsnü Mahalli Çarşamba günü "Komplo Teorileri" programında Halk Tv'de İslamcıdan da demokrat olmaz dedi.

Sonuç olarak açıkça ortadadır ki, “sağcıdan” demokrat olmuyor. Yalnızca “sömürgen” oluyor!