Çok tuhaf bir seçim yaşadık. Öncesi de sonrası da anlaşılmaz bir kavgaya sahne oldu.
Ortaya sandığın konması demokrasi değildir. Demokrasi “muhalefetin ve muhaliflerin” yaşatılması, onların seslerinin gür çıkacağı ortamı yaratmaktır. Muhalifin muhalefetini yapabilmesi için iktidar sahibinin kendisini ona siper etmesidir.
Toplumda tahammülsüzlük had safhaya çıkmış durumda.
Önce sonuç açısından ele alınca çıkan tabloyu görelim, AKP yüzde 43; CHP ve MHP toplamı yüzde 43.
Başbakanı haklı görenlerle, yanlış yaptığına inanların sayısının eşit olduğudur. Bu durumda şimdi ne olacak?
Sayıların üstünlüğüne inanlar açısından, seçimin en başarılı partisi aslında MHP’dir, çünkü 2 milyon oy kazanmıştır; AKP’nin 2 milyon oy kaybettiğini göz önünde bulundurursak, buradan ne bir zafer sarhoşluğu çıkarmalı ne de ağır bir yenilgi psikolojisi içinde ezilmelidir.
Biz yalnızca bir seçim yaptık. Askerî alanda savaş yapmadık. Farkında mısınız?!
Keşke sayısal çokluk her sorunu çözmemize yetseydi. Unutmayalım ki, diktatörlerin sayısal çokluğuna kimse ulaşamaz.
Ayrıca, stratejide zafer sayısal çokluk üzerine kurulmaz. Eğer öyle olsaydı, Gazi Mustafa Kemal Paşa “Büyük Taarruzu” zaferle sonuçlandıramazdı.
İkinci Meşrutiyet döneminde, ilk genel seçimler, Aralık 1908’de yapılır. Bu seçimlerden sonra, İttihad ve Terakki Meclis-i Mebusan’a egemen olur. İkinci genel seçim, İttihad ve Terakki’nin zor kullanarak oy çoğunluğunu sağladığı ve bu nedenle de “sopalı seçimler” olarak adlandırılan 1912 seçimleridir.
Genel seçimler dışında, asıl önemli olanı, 1911 yılındaki ara seçimlerdir. Be seçimde, İttihad ve Terakki’nin adayı, Dahiliye Nazırı (İçişleri Bakanı) Memduh Beyin, Hürriyet ve İtilafçıların adayı Tahir Hayrettin Beye karşı, tek oy farkıyla seçimi kaybetmesi, İttihad ve Terakki karşısında ciddî bir muhalefetin işareti olarak yorumlanır.
İttihad ve Terakki Partisi iktidardan 1918 yılında çekilmiştir. On yıllık süreçte, bir partinin, yani İttihad ve Terakki’nin, Parlamento’da tek başına çoğunluğu elinde bulundurmasına rağmen, İmparatorluk, hükümet krizlerinden bir türlü yakasını sıyıramamıştır. Sonunda da, tarihten silinip gitmiştir.
Bugün İttihad ve Terakki de, Osmanlı Devleti de ortada yok!
30 Mart 2014 de, her beş yılda yaptığımız gibi, sadece yerel seçimdi ve unutmayalım ki, milletvekilliği seçiminden daha önemlidir.
Belediye başkanları milletvekillerinden çok daha önemlidir. Elektriğimiz, suyumuz, çöpümüz ve günlük yaşamımızın nitelikli ve sorunsuz geçmesi belediyelere bağlıdır.
Belediye başkanları milletvekillerinden çok daha önemlidir. Elektriğimiz, suyumuz, çöpümüz ve günlük yaşamımızın nitelikli ve sorunsuz geçmesi belediyelere bağlıdır.
Seçim propagandaları sürecinde herkes herkesi ötekileştirdi. İş öyle bir boyuta geldi ki, toplum dindarlarla kindarlar olarak ayrılmış fotoğrafı ortaya çıktı.
100 yaşına yaklaşan Cumhuriyetimizin bu duruma getirilmesini içinize sindiriyorsanız, ne diyebilirim ki.
1908 yılında, İkinci Abdülhamit’e karşı, Temmuz ayı başlarında, İttihad ve Terakki’nin kararıyla başlatılan hareket ve askerî güçlerin de katılmalarıyla Temmuz 1908’de Anayasanın, İkinci Abdülhamit tarafından yürürlüğe konması, siyasal tarihimizde “Hürriyetin İlânı” olarak adlandırılır. Yani toplumun özgürlüğe kavuştuğu ilan edilmişti.
O tarihten bu tarihe özgürlük arayışımız bir türlü bitmedi. Ezici üstünlüklerle iktidara gelen siyasal partilerin ve liderlerinin asıl utanması gereken bu durumdur. Düşünen ve düşündüğünü özgürce, korkusuzca ifade eden vatandaşlar olduğumuzda, iktidar gerçek zaferini ilan edebilir. İşte gerçek demokrasi zaferi budur.
Seçimin sonucunu bir kez daha yinelemeliyim; AKP yüzde 43, muhalefet yüzde 57. Yani R.T.Erdoğan’ı Başbakan olarak görmek istemeyenlerin sayısı daha fazla.
Türkiye, siyasi partilerine ve demokrasiyi içlerine sindirememiş politikacılarına rağmen çok önemli bir ülkedir.
Muhalefete hayat hakkı tanımazsanız, bu ülkenin hiçbir önem ve değeri kalmaz.
Okuyucuma yanıt:
Gürkan Vural Kardeşim yazısında haklı. Önyargılı olmamak gerekiyor. Burada söylediğim, 2 Şubat 2012 ve 17 Aralık 2013 operasyonları değildir. Ergenekon, Balyoz gibi davalarda, uydurulan delillerle yüzlerce insanı, hapishanelerde çürüten, mahkeme kapılarında süründüren, Cemaat mensubu oldukları iddia edilen polis, savcı ve yargıçlardır. Yoksa temiz, namuslu, hizmete soyunmuş Cemaat mensupları değildir.