DOLAR, KAN ve VURULAN TÜRKİYE!..

Dünyanın en çarpıcı coğrafyasında, üç tarafı denizlerle kaplı güzel mi güzel bir ülkedeyiz... Havasıyla, suyuyla, deniziyle, güneşiyle milyarlarca insanın yaşamak isteyeceği, kıskanılacak çekicilikte, “bereketli” topraklardayız...

İnsan eksen filiz verecek arazileri, temiz su kaynakları, “cennet”i andıran doğal güzellikleri, Doğusuyla, Batısıyla rengarenk bir kilimin desenlerini andıran yürekli insanları, tarihi ve kültürel zenginlikleriyle müthiş şanslı bir ülkedir Türkiye...

Ancak işler her geçen gün, her açıdan kötüye gidiyor... Ne yazık ki, güzellik içinde çirkinlik, varlık içinde yokluk, huzur içinde kaos yaşatılıyor bu ülkede...

İşte o yüzden gelenin gideni arattığı bir dönemde, her yönde ve her beklentide “eskiye özlem” artıyor bu memlekette... Özetle; “nostaljik” bir toplum olduk vesselam...

Aslında hepimiz biliyoruz ki, siyasetin kargaşası ve tuzağıdır her şeyin nedeni... Bizi açlık ve çaresizliğe mahkum eden, soysuzu zenginleştiren, emekçiyi işsiz bırakan, rantiyeye göbek attıran ikiyüzlü, kirli, utanmaz ve pervasız bir siyaset... Bu yüzden eskiye özlem içindedir insanlarımız.

Nostaljik huzur!..


Baksanıza; toplum, benzin kuyruklarında zaman geçirilen, PKK’nın olmadığı ancak sağ-sol çatışmasının yalnızca kendini vurduğu 12 Eylül öncesini bile arıyor neredeyse...

Bülent Ecevit’in oy patlaması yaparken, uluslararası oyunlarla, yokluk-yoksulluk kıskacında tutulduğu 1980 öncesindeki hükümet de aranıyordur belki!..

“Bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz” dediği için ne kadar eleştirilse de, “yollar yürümekle aşılmaz” diyerek hak aramaya olanak tanıyan, son dönemlerin keskin Atatürkçüsü Süleyman Demirel dönemi bile bu günlerden iyi gibiydi...

Ve, “Benim memurum işini bilir” diyerek bürokraside köşe dönmeciliği hortlatsa da, Turgut Özal’ın Hasbahçe özentisine rağmen 1983’ten başlayan ANAP siyaseti memleketin su, elektrik ve telefona kavuştuğu kalkınma dönemi olarak kimilerince arananlar listesindedir!...

Her ne kadar faili meçhuller hortlasa da, polis-mafya bağlantısı, “Susurluk” ayranı gibi Mercedes camlarına sıçrasa da eminim bu ülkede “herkese iki anahtar” umudu yaratılan Tansu Çiller dönemini arayan milyonlarca insan da vardır...

Erbakan liderliğindeki Refahyol hükümeti ile Erdoğan’dan önceki Ece-vit-Bahçeli-Yılmaz hükümetinin bile hasreti çekiliyor olabilir bugünlerde... Hem de RTE’ye, yani bugünlerdeki vahamete yol açsalar bile!!!

Yurt da cihan da vahim!..


Çünkü yukarıda saydığımız dönemlerde ne işsizlik bu kadar vahim durumdaydı, ne ekonomi bu kadar sarsıcıydı, ne terör ve şiddet bu kadar başıboştu ve ne de “döviz” ekonomiyi parmağında oynatarak anlık zenginlerin yaratılmasına olanak tanıyordu...

Üstelik ne memleket bu kadar huzursuzdu ne de diplomasi bu kadar kargaşa, kavga ve çöküş halindeydi...

Kısacası bu ülkede, “yurtta sulh, cihanda sulh” politikasını önemseyen, kendine has duruşları ve uygulamaları olsa da, iyi ya da kötü, az ya da çok “milli” duruşlu siyasetçiler vardı...

Peki ya şimdi?.. “Adalet ve kalkınma” denilen şu sürece ne demeli?.. Belki de son elli yılın sarsmadığı kadar ülkeyi altı üstüne getiren şu dönem nasıl bir süreçtir ki, siyasal pervasızlık engel tanımadan, hem de toplumun neredeyse “yüzde 50’si”nin desteğiyle devran üstüne devran sürebiliyor?..

Domates gibi ezilmek!..


Evet; söyler misiniz, dünyada böylesine tuhaf ve şaşırtıcı kaç ülke vardır acaba?..

Kaç ülke vardır ki, son on yılda paradoks çıkmazında sürekli kaosla boğuşan ve de topraklarına alın terinden çok kan akıtılan?..

“Toprak” dedik de ekonomi tamamen durmuş bu ülkede... Sanayi, ithalat-ihracat-dolar çıkmazında çırpınıyor, tarım tüketilme çabasıyla can çekişiyor... Unutmayın; Çukurova’da ve Akdeniz’de portakal ağaçları kesileli aylar oldu...

Saman ithal eden Türkiye’nin tarımsal çarpıklığının fotoğrafını dün de gördük sosyal medyada... Marketlerde fahiş fiyatla satılan domates de tıpkı karpuz gibi tarlada kalmış...

CHP’li vekiller, dün Egeli çiftçilerle birlikte tarlada kalan ve 25 kuruşa bile alıcı bulamayan domatese dikkat çekerken aslında çarpık tarımsal politikanın iflasını da göstermiş oldular...

İşsizlik öylesine büyümüş, ekmek aslanın midesindeymiş ne yazar?.. “Müreffeh” bir ülke olduğumuz için 2 milyon da Suriyeli doyuruyor bu memleket... Onlar artık amele pazarlarında işsizlerimizle bile yarışıyorlar!..

Yani 10 milyon Yeşil Kartlı’nın sayısı AKP’nin sığınmacı ithalatıyla pratikte 12 milyona çıkıverdi... Artık sokaklarda Türk dilenciler avuç açacak kadar mekan bulamıyorlar!.. Velhasıl sadakamız bile açık arttırmada!!!

Kim kaybediyor?..


Çok abarttım değil mi?.. Yani ayıp ettim?.. Siz öyle sanın!..

Söyleyin o zaman; sporda, gülle atmada ve yüksek atlamada bile varlık gösteremezsek de, ABD Doları’nı maratoncu hızıyla zirveye çıkartan bir ülke olmanın yüz kızartıcı rezaletinde boğulmuyor muyuz?..

He valla, dolar yükseliyor!!! Peki ya son 10 yılda dolardan da hızlı büyüyen bu huzursuzluğa, bu tahribata, erozyona ve en önemlisi de son aylarda debisi doların yükselişini aşan “kan” deryasına ne demeli?..

Evet, yazının başında da söyledik, “güzel ülke”nin, “yürekli insanlar”ıyız da, ne çare?..

Her şeyin iyice battığı, ancak yalnızca doların ve kanın hızla büyüdüğü bir ülkede kimlerin kazanıp kimlerin kaybettiğinin bir an önce ayırdına varamazsak, sanırım eskisini bile anımsayacağımız bir Türkiyemiz kalmayacak...


https://twitter.com/FARACYAZIYOR
https://www.facebook.com/mfarac