GERÇEK ‘BARIŞ’, KİRLİ SAVAŞ ve İKİYÜZLÜLÜK!..

İstanbul’da, HDP sempatizanı kimi CHP’li vekillerin de destek verdiği, adına “barış mitingi” denilen bir açık hava toplantısı sürerken, PKK’nın Kandil’deki sorumlularından Duran Kalkan, polisin artık topyekun “hedef” alınacağını söylüyordu... Şöyle diyordu Kalkan;


“Polislerle ilgili çalışmalarımız sürüyor, videoya da çekiyoruz. Hepsinin bilgileri elimizde... Bundan sonra PKK’nın namlusu polisin ensesinden ayrılmayacaktır...”


Bu tehdidin üzerinden 24 saat geçmeden PKK taarruza kalkıştı... İstanbul, Silopi, Şırnak, Lice ve diğer bölgelerde terör kan kustu... 6 şehit, en az 10 yaralı... Havaya uçurulan araçlar, yakılan karakollar ve şiddetin yarattığı derin korku...


Aslında Duran Kalkan’ı bu kadar öfkelendiren gerekçe TSK’nın Kandil operasyonlarının bilançosuna dayanıyor...


Çünkü TSK’nın açıklamasına göre; “Kandil’e yönelik hava operasyonlarında 290 PKK’lı öldürülmüş, 150’si ağır olmak üzere 300 militan da yaralanmış...” Üstelik bombalama sırasında örgütün tüm mühimmat depoları ile “para kasaları” da yerle bir edilmiş...


Yani sınır ötesindeki PKK’nın tahribatı çok büyük!.. Örgütün kırsaldan çok kentlerde eyleme yönelmesi de dağ kadrolarının hareket kabiliyetini yitirdiğini gösteriyor.


Kaos büyüyecek!..

PKK işte Kandil’de aldığı bu ağır yara nedeniyle “intikam” peşinde... Kandil’deki hasar bilançosunun yarattığı öfke şu anlama da geliyor; geçen ay “serhildan” yani başkaldırı çağrıları yapan PKK, ana karargahındaki tahribatını gidermek ve tabanına moral vermek için eylemlerini 1990 öncesindeki zirveye çıkartmaya çalışıyor...

Buna göre, örgüt eylemlerini Doğu’dan Batı’ya da kaydıracak, intihar saldırıları ile suikastları artırarak ve kitlelerde kaos yaratarak devleti yeniden masaya oturtmaya çalışacak... HDP, Kandil ve Avrupa PKK’sından “yeniden görüşme” çağrıları gelmesi de zaten bunu gösteriyor...


Üstelik geçmişteki eylem deneyimi de kanıtlıyor ki, PKK’nın Hatay ve Karadeniz’deki birimleri de harekete geçirilecek... Zaten örgütün yayın organları da bu konuda ipuçları veriyor... Unutmayalım ki örgüt, geçmiş yıllarda da eylem zincirini aynı sırayla büyütmüştü!..


Şunu da göz ardı etmeyelim; bu ülkede ikiyüzlülükten ve takiyeden arındırılmış, gerçekten ve tertemiz bir “barış” istense, hiç kuşkunuz olmasın, kirli savaşlar kesinlikle yaşanamaz!..


Peki kim sağlayacak huzuru, kim susturacak silahları, kim PKK’yi geriye itecek?.. “Açılım” oyunundan rant elde eden günümüz siyasetçileri mi?.. Pehhh!..


İşgaldeki Silopi!..

Geçen cumartesi bu köşede, “Silopi’ye dikkat” demiştik... Çünkü bu ilçede kontrolü sağlayan, mühimmat ve militan yığan örgüt istediği an, istediği eylemi yapabilecek hale getirildi... Hem de gafletle!..

PKK’nın tıpkı, Yüksekova, Cizre ve Nusaybin gibi adeta bir örgütlenme ve “eylem laboratuvarı” olarak seçtiği ilçedeki son PKK eylemi devletin çaresizliğini göstermesi bakımından da çok düşündürücü...


Çünkü günlerdir diken üzerinde olan, güvenlik birimlerinin aralıksız operasyon yaptığı ilçede, 4 polisin zırhlı araç içinde şehit edilebilmesi, Silopi’nin PKK tarafından nasıl ele geçirildiğini de kanıtlıyor...


Düşünsenize; geçen hafta yaşanan olaylar nedeniyle devletin teyakkuzda olduğu ilçenin ana caddelerinden biri rahatlıkla kazılıyor, oraya en az 100 kilo patlayıcı yerleştiriliyor ve tam da zırhlı araç geçerken patlatılabiliyor!..


Söyler misiniz; cadde üzerinde en az yarım saat süren patlayıcı yerleştirme hazırlığının fark edilmemesi (!) devletin oradan aylar önce çekilmesinden mi kaynaklanıyor yoksa PKK’nın pervasızlığından mı?..


Akla şu soru da geliyor; MİT Başkan Yardımcısı Afet Güneş’in, PKK’lı Sabri Ok’a, “Şehirlere bomba depoladığınızı biliyoruz” dediği yıllar önceki Oslo görüşmelerinden sonra devlet “açılım” uğruna tamamen uyudu mu acaba?..


Ya da Silopi “kurtarılmış bölge” oldu da geçen haftadan itibaren kendine gelen devlet, artık iş işten geçtiğini ve çaresiz olduğunu mu gördü?.. İki gaflet de ülkenin geleceği ve huzuru için çok vahim...


Velhasıl; PKK 1990 öncesindeki gücüne ulaştırıldı... Kürt yurttaşların sosyo-kültürel açıdan desteklenmesi iyi de, “şiddeti dayatarak kazanım elde etme” politikasının AKP eliyle devleti gaflete düşürdüğü bu dönemde, terörle mücadele konusunda yeni bir politika geliştirilmezse, ülke kardeş kavgasına sürüklenecek...


Harran’ın yüreği Otyam...

Fikret abi dik durarak yaşamak için çok direndi... Hastalıklara karşı direne direne ayakta durmaktan çok, yaşama inatla bağlılığıyla üreterek var oldu Fik-ret abi... İşte bu azmi şüphesiz onu “iz bırakanlar” listesinin en yukarılarına yazacaktır...

Fikret Otyam, Anadolu insanını tüm renkleriyle çarpıcı biçimde tuvale yansıtan çok iyi bir ressamdı, fotoğraf sanatçısıydı, gazeteciydi, röportajcıydı, yazardı... Ve en önemlisi cumhuriyete bağlılığı ve yurtseverliğiyle cesur bir mücadele adamıydı...


Fikret Otyam, gerçeği kaleminin gücüyle haykırmasını bilen, sözünü esirgemeyen, Anadolu’nun yokluğu ve yoksulluğunu 50 yılı aşkın süre, çarpıcı gözlemleri ve etkileyici kalemiyle tüm ulusa yansıtmayı becerebilen ender yazarlardan biriydi...


İyi ki tanıdım Fikret abiyi ve sevgili eşini... Onu Antalya -Geyikbayırı’nda, ürkütücü dağlara bakan evinde ailece ziyaret ettiğimizde çok mutlu olmuştu...


Onu tanımasaydım, Harran’ın su kavgasını anlatan “Suyu Arayan Toprak” kitabıma yazdığı etkileyici önsöz bana anı olarak kalmayacaktı... Onun Urfa ve Harran sevdasını yakından görmemiş olacaktım...

Fikret Otyam’ın ardından çok şey yazılacak... Çünkü kalemi, fırçası ve objektifiyle Anadolu’nun çığlığını yansıtan Otyam’la birlikte, yıllar boyu yoksulluğunu yazdığı Harran’ın da yüreği durmuştur; Hiç şüphesiz ona olan saygıdan... Işıklar içinde uyusun büyük usta...


https://twitter.com/FARACYAZIYOR
https://www.facebook.com/mfarac