HANÇER YARASI GİBİ SONBAHAR!..

Dünyanın kendinden bıkmış mevsimlerinde, yeni bir sayfa açan hüzünlü anlardayız yine...

Doğa o yakıcı sıcağın zulmünden kaçmış gibi bir köşede, elinde bir hançerle, yeni bir mevsimin taarruzları için toparlanmaya çalışıyor sanki...

Belli ki kimsesiz anların hesaplaşmasında yolunu bulmaya çalışıyor şu garip ve yorgun doğa...

Ancak hiç değişmeyen o hazin tablo yine aynı yerinde; yaşamın o keşmekeşi de andıran canlılığının içinde çok da yorulmuş gibi duruyor zaman!..

İşte o tuhaf ve meraklı yorgunluk çekip alıyor insanı bir kara çalı gibi kendi içine...

Gözlerimde buhran, içimde hüzünle dün sabahın erken saatlerinde de karşımdaki vadinin sararmış yorganlar örtülmüş gibi duran sessizliğine odaklandım bir süre...

Çünkü uykudan uyanınca, nedense bakışlarım o yöne koşar, elinde balon misali, bir küçük çocuğun bitmeyen heyecanıyla uzaklara dalarım...

Baktım da uzaklara, daha dün yemyeşil örtüsünden soyunmuşsa aniden, bir serap mıydı acaba gördüklerim, yoksa doğanın bağrında eski bir yara mı?..

Manzara gerçeğe direnircesine, sanki eskimiş, pejmürde bir hayal gibi, puslu ve titrek halde kaderini bekler gibiydi!!!

İşte o mağrur anın sararmış hazzında kuşlar bile yeni uyanmış, yorgun yapraklar ise ağır ağır dallarını terk ediyordu... Yani, bir zaman celladı gibi ortalıkta gezinen yepyeni sonbahara...

Üzerlerinden yük kalkmışçasına rüzgârla silkeleniyordu, daha dün böceklere yuva olan, damaklara meyve veren o vefalı ve talihsiz dallar...

Ve de çıplak gibi duruyordu ağaçların gövdeleri ve kargaların adeta simsiyah damgalar vurduğu o terk edilmiş, cılız zirveleri!..

Velakin insanın zihninde sonbahar hüznü olsa da yüreklere bir kahkaha gibi alkış çaldıran anlar da vardı yalnızlar vadisinde;

Çünkü yaşamın tüketen deviniminde mola vermiş gibi duran o vadide, bahara inat sararmış ağaçlar arasında uçmaya devam ediyordu beyaz ve nazlı kelebekler... İşte“yaşam devam ediyor” dedirten de sonbaharın hazanına neşe makyajı yapmaya çalışan o pudralı, ömrü kısa anlardı zaten!..

GARİPLER KERVANININ MANZARASI!..

Güneşin her doğuşu nasıl bir umutsa, her yeni gün nasıl güzel bir başlangıçsa, pencereden doğaya baktığım her sabah da benim için duvara asılmış yeni bir tablo gibi...

Zamanın ve en çok da birbirini acımasızca kovalayan, geçen her yılda birbirinden çok şey koparan mevsimlerin, o savuran, o yıkan ve yok eden görkemini de gördüm dün sabahki öksüz kalmış manzarada...

İşte o çalkantılı görkem içinde gerçek olan tek şey vardı; erozyon yaşasa da zülümlerden geçse de renkleri acımasızca değişse de doğanın binlerce yıldır ayakta duran o umut veren direnişi...

Güneş doğaya siper olmuş tepelerin arkasından sinsice yükselirken, aylardır gözlerimin önünden bir garipler kervanı gibi geçen bir başka manzara dün de nakşoldu toprak yollara...

Vadinin halen direnen yeşilliklerine doğru uzanan koyun sürüsünden yükselen çığlıklar ve çıngırak sesleri dün de zamanın içinden el salladı gözlerime...

Karga sürüleri uçtu patikadan ve koyun sürüsünün üzerinden... Ve de yolunu şaşırmışçasına, belki de mevsimin hazanından kaçan başka kuşlar şımarık halleriyle el etti gökyüzünden...

YARINLARA SALLANAN MENDİL!..

Yaz aylarının sersemleten sıcaklarının ardından sonbahar buğulu camları tıkırdatmaya başlarken, insan geçmiş zamanın içinde artık eski bir anıya dönüşen günlere de acıyor...

Sonbaharın yüreklerde burukluk yaratan hüznü tam da bu olsa gerek...

Çünkü düşen her sararmış yaprağa bile acıyorsa gözler, hüzün tam da o tükenişin infaz

emri gibi duruyor...

Evet, yaşamın renklerine işkence yapan zamandır sonbahar... Kirli bir havludan silkelenen gözyaşlarının kurumuş hücreleri gibidir zaman!..

Sanki daha önceki gün ilkbahar değildi ve sanki yakıcı güneş daha dün dövmeler çizmiyordu esmer tenlerin öpücük kokan zeminlerine!..

Aldı gitti doğanın yeşilini, sarı yazlara küsmüş sonbahar... Ve yeni bir elbise giydi mevsim, bir ölünün ardından yas tutarcasına ağlayan orman!..

Ve kendimi yaşamın cenderesine atmaya hazırlanırken manzara sanki yine bir serap gibiydi;

-Yâr işte o garip manzaranın en nazlı köşelerinden el ediyor, avuçlarında kurumuş papatya yapraklarıyla sanki sis değil duman,

-Ve bağrından vurulmuşçasına, bir ölüler kervanı gibi alabora olmuş yaprakların altından göz kırpıyor zaman!..

Velhasıl; bakışlarımı pencereden ayırırken, yâre dercesine ses ediyordu sonbaharın hüznündeki herkese içimdeki yaşam sevinci... Ve diyordu ki:

Mevsimler gibi insanlar da gelip geçse saf benliğinizden, sonbaharın hazanı tutsa da hüznünüzün yara tutmuş derininden, yüreğinizde yarınlara mendil gibi el sallayan yemyeşil yaprakları sakın ola soldurmayın...


https://twitter.com/FARACYAZIYOR
https://www.facebook.com/mfarac