Bak canım kardeşim, sistem şöyle işliyor...
Önce hedefi sağlama alacaksın... Artık nerede olursa; gezi parkı, ODTÜ, Hopa, Hatay, Eskişehir, Yalova, hiç fark etmez... Sonra hedefi bi güzel belirleyeceksin; artık üç santimden biber gazı mı olur, on metreden tam da kafaya gaz bombası kapsülü mü olur, gözüne gözüne plastik mermi mi olur, bilmem kaçıncı kattan baş aşağı çakılma pozisyonu mu olur, o da hiç fark etmez...
Haa silah da olur tabii, şööle on-on beş metreden beyin nahiyesini nişanladın mı, kaçarı yok... Gerçi biraz rizikolu, tam punduna getiremezsen, tanık, manık bırakırsan, bi de maazallah kaskında kabak gibi numaran varsa devamı b.k tabii... Ama sıkma canını, devamında aslan gibi omuzdaşların, arkandaki “derin güç” durumu devralacak, seni selamete çıkaracaktır...
-Destan yazmak ve 24 maaş ikramiye de cabası...
İkinci perde
Oyunun ikinci perdesi biraz meşakkatli...
Kimliğin, en azından yaklaşık kim olduğun ortaya çıkmışsa, buharlaşacaksın... Aslında yine göz önünde ama görünmez olacaksın... Bayrağı, “bu yolda beraber yürüdüğün” omuzdaşların alacak...
Zaten, çıkarıldığın mahkeme tarafından “tutuksuz yargılanmak üzere” serbest bırakılacaksın. Aylar sonrasına gün verilecek, o zamana kadar kim öle, kim kala, değil mi canım kardeşim... Hopa’da Metin Hoca, Yalova’da Çayan Birden, Hatay’da Abdullah Cömert, Ahmet Atakan, İstanbul’da hâlâ yoğun bakımda yatan Berkin, Gezi Parkı’nda gözünü kaybeden, hafızasını yitiren onlarca genç...
-N’oldi? Hiç!..
Haa, arada bir, yapılan “iş” kör gözüm parmağına gibi ortaya çıkmışsa, hedefi öldüresiye tekmeleyen omuzdaşının görüntüleri kabak gibi sırıtıyorsa, o zaman kusura bakma ama “hamamın namusunu kurtarma” alternatifi devreye girer... Omuzdaşının “müebbet hapsi” filan istenir. Lakin bu daha başlangıçtır, sakın korkma, bunun daha bilirkişisi vardır, TÜBİTAK’ı vardır, davanın “kaçırılması” yani gözden ırak yerlere nakledilmesi vardır..
-Vardır oğlu vardır, yüreğini ferah tut...
Diyelim ki, olay unutulmadı, kamuoyu ısrarla takipçi oldu ve mahkeme günü geldi çattı; orası da kolay, giyersin peruğu, takarsın aynalı gözlüğü, arkadaşlarının kuşatmasında gidersin duruşmaya... Omuzdaşların, basar köteği, önce tanıklara, ardından izleyicilere ve dahi evladını yitirmiş aileye, işlem tamam!.. Tabii tam da aynı saniyelerde dışardaki “sivil giyimli” omuzdaşlar da kapı önünde aklı sıra “adalet” bekleyen ahaliye, avukatlara girişecek ki bi anlamı olsun di mi? Böyle olunca ne olur? Mahkeme heyeti önce davayı “kapalı” yapma, yani izleyici ve basına kapama kararı alır, ardından da “duruşmanın bu koşullarda sağlıklı yapılamayacağı” gerekçesiyle davayı ileri bir tarihe erteler... İşte bu kadar...
-Daha iyisi Şam’da kayısı!..
Üçüncü perde
Oyunun üçüncü perdesinin başlığı şöyle:
-Gerilim ve taciz!..
Sen artık rahatsın kardeşim... Top, seni koruyup kollayanlarda... Şimdi toprağa düşen çocuğun ailesi, yakınları düşünsün... Artık evlerinin önünde kol kola dolaşan sivil-resmi görevliler, psikolojik baskının, tacizin en babasını gösterecekler, ailenin anasından emdiği sütü, burnundan getireceklerdir, hiiiç kuşkun olmasın...
Bu oyun, bu şekilde, biteviye devam eder gider, kurbanların, cellatların isimleri değişir ama bu “kapkara trajedi” asla sona ermez... Bir “arkası yarın”dır bu, tarihin kayıt altına aldığı...
-O zamana, hesabın döndüğü ana kadar...
Elleri serbest
Bu yazı, gezi olaylarından sonra, Başbakan sıfatlı muhteremin “destan yazan aslanlarını” kucaklayıp, ikramiyeye boğduğu günlerde yazılmıştı...
Aradan koca bir yıl geçti... Destancıların vahşeti, “orantısız saldırısı” hiç eksilmeden, artarak devam etti... Bu bir yıl içinde kaç cana kıydılar, kaç göz çıkardılar, kaç insanın kafasına gaz kapsülü, plastik mermi salladılar, kaç ton biber gazını, kimyasal suyu tükettiler hesabını yapamadım... Son olarak, yazılan destana iki ölüm daha eklendi... Başbakanları ne dedi?
-Polis nasıl sabrediyor anlamıyorum...
İşte budur!.. Artık elleri serbesttir bu “kahraman destancıların”... Artık istedikleri gibi indirebilirler gösteri yapan, protesto eden, yürüyüş yapmaya yeltenen yurttaşlarını. Artık plastik mermi de kesmediğine göre, gerçek mermiler vızıldayabilir, ağzını açmaya kalkan muhaliflerin ense kökünde... De, nereye kadar? Geçen yıl söylediğim gibi, hesabın döndüğü ana kadar...
-Gerçek adaletin yakalarına yapıştığı ana kadar...
https://twitter.com/umit_zileli