HÜZÜN YARASI GİBİ BAYRAM!..
O mavi çizmeler var ya, keskin kenarlarıyla bileklerimizin hemen üzerinde ince yaralar açan?..
Minik ayaklarımızı nefessiz bırakan, ancak parlaklığı ve çekiciliğiyle bir o kadar da vazgeçemediğimiz...
Urfa'da; Kötüler Mahallesi'nde, yaz aylarına rastlayan bayramlarda hepimizin birer kahverengi bağcıklı kundurası olurdu ama, yoksulluğun ekmeği kıstığı kış ayına gelmişse bayram, durum çok vahim olurdu!..
Üzerlerimize Suriye'den kaçak yollarla getirilmiş "gâvur eskisi" ceketler uydurulurdu ama, hep yoksulluk viranelerini arşınlayan ayaklarımıza ne yapacaktık?..
Yazın, "cankurtaran" dediğimiz "cızlavet"in talihimiz kadar kara lastiğine sığınan ayaklarımızı, kışın nasıl ısıtacaktık?..
İşte o zaman, yokluk nedeniyle ve yeni olduğu için bize Mercedes araba gibi görünen o masmavi, parlak naylon çizmelere mahkûm kalırdık...
Üst üste giydiğimiz iki çorapla, içinde ayaklarımızı ısıtmaya çalıştığımız o soğuk naylonlarla, etrafın bazen karla kaplandığı kayalık sokaklarda yalnızca hava koşullarına direnmek için değil, yoksulluğa caka satmak için de adımlardık çamurlu yolları...
Kızlar kırmızı, erkekler mavi çizme giyerdi... Hepimizin ayaklarında içi bazen pamuklu, bazen de naylon kadar çıplak o çizmeler bizi hangi masumiyetle, nerelere taşırdı acaba?.. Neye ve kime yoldaş ederdi hesapsız adımlarımızı?..
Analar, salıncaklar, heyecanlar...
Yoksulluğun bulamacında, rest çeken heykellere dönüşen hüznümüzün asıl sebebi, adımlarımızı ısıtmaya ve yolumuzu aşmaya çalışan mavi naylon çizmelerin kedersizliği değildi yalnızca!..
İçimizde "orlon" kazaklar, üzerimizde "gâvur eskisi" ceketler; aklımızda siyah beyaz televizyonlarda, hayalet gibi görünen çizgi film karakterleri ve cebimizde adeta sımsıkı bağladığımız iki buçuk liraların coşkusuyla savrulurduk bayramlara...
Hüznü askıya astığımız, üzüntülerimizi torbaya koyduğumuz, kaygılarımızı ötelediğimiz ve aile sıcaklığını yüreğimizde hissetmeye çalıştığımız bayram günleri ardı ardına geçerken, coşku yerini üzüntüye bırakırdı...
Geçsin, gitsin ve bitsin istemezdik bayramları... Analarımızın dev salıncaklarda bizi gökyüzüyle tanıştırdığı o günlerde; kırgınlıkların serin sarnıçlara atıldığı o dönemlerde, bizi bizle kucaklaştıran o coşku hiç bitsin istemezdik...
Hiç istemezdik; hangi dille konuşursak konuşalım, çocuk yüreğiyle birbirimize karıştığımız o mahzun ancak sevecen bayramların saat saat erimesini!..
Coşkunun yaşlanmış hali!..
Biz büyükler belki yüreklerimizde eskiyen hüzünler gibi, bizi pek heyecanlandırmasa da; çocuklar oyuncaklarını yitirmiş garipler gibi bayramın bitmesini istemezlerdi...
Peki; harçlıkları gibi tükenmiş coşkularıyla, bayram akşamları uykuya daldıklarında, zaman çocuklar için de eskimedi mi?..
Babalarının, annelerinin, dedelerinin sıcak avuçlarıyla kucakladığı minik elleri üşümedi mi?.. Naylon çizmeler giymişler miydi onlar da acaba?.. Peki; bayramın ertesinde kalktıklarında ne hissedecek acaba minik yürekleri?..
Yaşamın asıl gerçekleri hiç durmayan ve hep törpüleyen dişliler gibi dönerken, bayramdan ne kalacak onlar için acaba geriye?..
Yüreklerde akide tadı bırakan minik coşkular, birer hüzün yaprağı gibi toprağa karıştığında şaşkınlık yaşamayacak mı çocuklar; "nerede bayram" diye?..
"Bayram" dediğimiz; coşkuların yaşlanmış halidir aslında...
Mavi çizmelerle başlayan, ökçesine basılmış bir yemeni gibi pervasızca eskiyen...
"Ramazan- Kurban" ikileminde; şekerle başlayan ve kanla karışan, kimi zaman tatlı, kimi zaman da buruk ve sıcak lezzetlerle bitip tükenen bayram neyi götürür acaba bizden?..
Masum mavi çizmeler!..
Bazen yalnızlığa, bazen yoksulluğa, bazen de kimsesizliğe kurban ettiğimiz bayramların hızla tükenip gitmesine en azından çocuklar kadar üzülemiyoruz artık...
Masumiyetin rengindeki mavi çizmeleri giyemediğimiz için değil, iki buçuklukların antika olması da artık kahretmiyor biz büyükleri...
Evet; büyüklerimizin sıcak ellerinin, terk edilmiş mezarlıkların soğuk topraklarına karışmış olması da nedense pek ağlatmıyor bizleri!..
Çünkü bayramların hızla geçişi kadar, acılar da durmadan eriyor ve biz coşkuyu, gelecek nesillerin beyaz tenlerdeki tebessüm gamzelerine havale ettiğimiz için yalnızız!..
Bizi çocuklardan farklı kılan, coşkuyla cebelleşen küçük masumiyetler değil, yaşamın en kahredici gerçekleriyle çoktan yüzleşmiş olmamız ve artık büyümemiz...
Bayram o yüzden mi coşkulu gelmiyor artık bize... Yoksa biz de mi paslanıyoruz yaşamın acımasızlığı, ihanetleri ve hüzünleri içinde?..
Hayır, yalnız bunlar değil bizi bayramlardan koparan...
Bayramdan belki de çok daha yaşamsal gerçekleri tüketti insanlık da, işte o yüzden biz umudumuzu ayakta tutmak için çalışıyoruz!..
Söyler misiniz, aydınlığa gebe geleceğimiz karanlığa kurban edilirken; kaybettiğimiz tek değer bayramlar mı sizce?..
Her güzellik ve coşku zamanla erise de; çocukluğumuzun yoksul sıcaklığı olan masum renkteki mavi çizmeleri yine de çok özlüyoruz.. Onlar insanlığı şimdi olduğu gibi, adım adım ihanete yürütmüyorlardı çünkü!..
OKURLARA NOT;
Geçen her gün "eski" oluyor yaşamda...
2013'te kaleme aldığım yukarıdaki bayram yazısı da eski bayramlarda, sevince karışmış hüzünleri anlatıyor... Hepinize çocukluğumuzun heyecanlı düşleriyle, sağlıklı-mutlu bayramlar diliyorum...
https://twitter.com/FARACYAZIYOR
https://www.facebook.com/mfarac