KARLA ÖRTÜLEN DEHŞET!..
Gördüğümüz tek fotoğrafında; boşluğa bakan gözlerinde yoksulluğun sarsıcı ve kahredici o hazin manzarası vardı sanki...
Kimsesizliğin bir hançeri andıran ıstırabı gibi uzaklara yapışıp kalmıştı yaşamın renklerine tanık olma fırsatı bulamayan o garip gözleri...
Ve kısa süre sonra; canlıyken az sayıda insanın tanık olduğu o sahipsiz ve de çok az şeye yoldaş olmuş kocaman gözleri de görmez, görünmez oldu!..
Çünkü minik bedeniyle, "yaşamının en ağır yükü"nün mahkumu olan babasının sırtında oyuna gitmiyordu artık...
Bir naylon çuvalın içinde, kısacık yaşamının son yolculuğuna çıkmıştı sis bulutları arasında!.. En acısı da kimseden habersiz, ne yazık ki sahipsiz, biçare ve her zamanki gibi yalnız mı yalnız...
Garip yaşamının son nefesini verdikten sonra, minik bedenine kar yığınlarının kefen olduğu kaç sabi vardır ki bu dünyada?..
Kaç küçük çocuk, doğayı kaplayan bembeyaz bir kefen sanki tenine sarılmışken, milyonlarca insanı eriyip giden kar yığınlarının hüznü gibi gözyaşlarına boğuvermişti?..
Ne o bilebildi kahreden bu soruların yanıtını ne de onun kısa ama yürekleri yaralayan hazin sonunu, yalnızca gazete sayfalarında tanık olan bizler...
Bilinen tek gerçek vardı; varsılların dünyasında yoksulluğun cenderesine mahkum olmuş insanlar, faili meçhulle kurban gitmeseler de, meçhullerde acının zavallı kurbanı oluvermişlerdi!..
Evet; tek gerçek vardı geride, göğsünde yürek taşıyanların, sinesinde insan olanların bağrını kör bir kurşun gibi yalayıp geçen çaresizlik herkesi çok ama çok derinden vurmuştu...
***
Uzun yolun, 'ağır yük'ü!..
Yaşam onun görebildiği günler kadar kısacık işte... Tam dört yıl geçmiş sarsıcı ve de milyonları gözyaşlarına boğan o "ihmal" vakasının üzerinden...
Kaç kişi anımsar acaba gazetelerin manşetlerine "en ağır yük" diye haber olan ve hançer yarası gibi iz bırakan olayı?..
Beyaz bir ölüme gömülmüşcesine ve gri bir sis içinde belli belirsiz duran o korkunç manzarayı kimler anımsar?..
Kaç kişinin zihninde yaşamın en kahredici tablosu gibi sallanıp duruyordur ölümün "çuval içinde" taşındığı o sarsıcı fotoğraf?..
Ve de kaç kişi anımsıyordur, bugün 7 yaşında ve belki de okulda arkadaşlarıyla koşuyor olması gereken o miniğin yok yere çıktığı son yolculuğun yüreklere ok gibi saplanan gidişini?..
Terör vahşetlerinin, intihar saldırılarının ve çocuk tecavüzlerinin bizzat siyaset baskısıyla sıradanlaştırıldığı bir dünyada 1.5 yaşındaki Muherrem'in lafı mı olur?..
Lafı hiç olmadı işte!!! Oysa 6 Şubat 2014'te gazete sayfalarına şu satırlarla yansımıştı yürek dağlayan o haber;
"Van'ın Gürpınar ilçesine bağlı Yalınca Köyü'nün Çeli Mezrası'nda oturan Taş ailesi, rahatsızlanan 1,5 yaşındaki çocuklarının yolların kapalı olması nedeniyle hastaneye götüremedikleri için öldüğünü öne sürdü."
Köye 16 kilometre uzaklıkta bulunan mezrada yaşayan 7 kişilik Taş ailesinin çocukları Muharrem Taş, akşama doğru yüksek ateş ve öksürük şikayetleriyle aniden rahatsızlanmıştı...
Aile, mezra yolunun kardan kapalı olması nedeniyle çocuklarını hastaneye götüremeyince, ilgilileri telefonla arayarak yardım istemişti... Aile, görevliler gelir umuduyla beklerken, minik Muharrem, gece saat 02.00 sıralarında hayatını kaybetmişti...
Gece yarısı Van'dan yola çıkan yakınları, araçlarla sabaha karşı köye, geri kalan ve kapalı olan yolu ise 4 saat yürüyerek mezraya ulaşmıştı...
Otopsi işlemlerini yapmak ve suç duyurusunda bulunmak için, minik Muharrem'in cenazesini bir çuvala koyup sırtlarında taşıyan aile, yine yürüyerek 16 kilometre uzaklıktaki Yalınca Köyü'ne ulaşmıştı...
***
Vicdansızlığı vuran 'Taş!..'
Muharrem'in dramına yer veren gazete ve televizyonlarda yeralan dehşet verici görüntüler tüm Türkiye'yi derinden sarsmıştı...
Ölümünden dört gün sonra olayı duyuran gazetelerde insanlığın pek tanık olmadığı o zulmeden görüntüler, karla kaplı, uçsuz bucaksız bir manzarının içinde, sırtında çuvalla ilerleyen bir adamı gösteriyordu!.. O çuvalda Muherrem'in cansız bedeni vardı ve medya işte bu yüzden "en ağır yük" diye manşet atmıştı...
Cenazenin mezradan alınması ve çuval içinde sırtta taşınmasını cep telefonuyla görüntüleyerek tüm Türkiye'ye duyuran amca Abdurahman Taş o gün şunları söylemişti:
"Yeğenim rahatsızlanınca ağabeyim yetkilileri arayarak yardım istemiş... Fakat hiç kimse ilgilenmedi. Yeğenimin ölüm haberini gece yarısı aldık. Köye kadar arabayla daha sonraki yolu da yürüyerek mezraya ulaştık. Ölen yeğenimi çuvala koyarak ailesiyle birlikte tekrar karlı yollardan geçerek Van'a geldik. Savcılığa suç duyurusunda bulunduk. Çünkü bu ölümde herkesin suçu var. Eğer zamanında müdahale etselerdi belki yeğenim ölmeyecekti. Burada büyük bir ihmal var. Sorumluların cezalandırılmasını istiyoruz."
Peki; bu hazin hikayenin sonu ne oldu?.. Muharrem'in ölümüyle ilgili açılan soruşturma (!) geçtiğimiz aralık ayının ortalarında sunuçlandı ve haber önceki gün aynı kahredici fotoğrafla gazetelere şöyle yansıdı;
"Van Cumhuriyet Başsavcılığı, bu korkunç olayda ihmali olduğu iddia edilen 112 Acil Komuta Merkezi, jandarma ve dönemin özel idare çalışanları hakkında, 'taksirle ölüme neden olmak' ve 'görevi kötüye kullanmak' suçlarından yürüttüğü soruşturmayı tamamladı ve şüpheliler hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verdi."
Muharrem'in dramı ne yazık ki tüm ihmal, gaflet ve ihanetin üzerinin karla kaplanmaya alışık olduğu sıradan bir Türkiye manzarasıdır...
Çuvala sığdırılan o minik ama "en ağır yük"ün unutulmayan fotoğrafı eminim vicdansız ihmalkarların yüreklerine "Taş" gibi oturmaya devam edecektir...
https://twitter.com/FARACYAZIYOR
https://www.facebook.com/mfarac