KİLİS ÜZERİNDEN KANLI SATRANÇ!..

Babam Kilis kaymakamıydı..


Çocuktum; 1970’lerin başlarıydı... Kilis Gaziantep’e bağlı, yaşamını daha çok kaçakçılıkla kazanan büyük ve yıpranmış bir ilçeydi... Arap kültürünün hissedildiği bu kasaba irisinde, çoğu insanın ya bir kolunun, bir bacağının, bir gözünün eksik olduğunu görmek hayrete düşürmüştü beni... Üstelik Kilis’in “alamet-i farikası” olarak gösterilen “eski püskü “Willis” cipler de nedense çoğunlukla tek gözlüydü!.. Bir süre sonra o yurttaşların eksik organlarını kaçakçılık esnasında mayınlı arazide bıraktıklarını, o ciplerin de kaçak malların taşınması sırasında kullanıldığını öğrenmiştim; cipler tek gözlüydü çünkü jandarmadan gizlenirken, kaçarken ne kadar az ışık olursa o kadar iyiydi!..


Kaçak mallar, sigaralar, içkiler Kilis’in “kaçakçı mağazalarında” gayet ucuza ve açık açık satılır, hiç kimse buna karışmazdı... İşin traji-komik tarafı Kilis’e alışveriş yapmaya gelenlerin hiç bir kısıtlama olmaksızın istediklerini satın aldıktan sonra dönüş yolunda durdurulup alınanlara el konulmasıydı!.. Ama bu da ancak “hamamın namusunun kurtarılması” gereken zamanlarda yapılırdı...


Kilisli yurttaş, büyük tehlikeler içeren bu “yolculuk” esnasında karşı tarafa yani Suriye’ye incik, boncuk türü yükte hafif mallar götürür, en çok içki ve sigara getirirdi. Hemen her Kilislinin karşıda mutlaka bir akrabası bulunurdu. Kalender, dost canlısı ve yoksul bu insanların bayramlarda tel rgü olmaksızın birbirleriyle buluşması kucaklaşması renkli görüntüler oluştururdu..


Zaten o yıllarda henüz “Doğu’nun Paris’i” olarak bilinen Lübnan’da savaş çıkmamıştı. Eğer yanılmıyorsam, Halep’e kadar pasaport gerekmiyor, bir kimlikle gidilebiliyordu. Ben kaç kez Kilis sınır kapısından Suriye’nin Sucu sınır karakoluna gidip oradan Azes’e hatta Halep’e gittiğimi, babamın da neredeyse kalp krizi geçirdiğini anımsıyorum!..


-O günlerin Kilis’i bugün tarihe karışmış vaziyette!..

 


Başımıza musallat edilen bela!..

 


Kilis, Özal zamanında “kaçakçı kenti” elbisesini çıkarıp, “sınır ticareti” kaftanını giydi. Ama bu kez de Suriye ile “Öcalan sorunu” nedeniyle papaz olmuştuk. Yıllar böyle akıp gitti ve bir gün Kilis kent statüsüne kavuştu...


Kavuştu da ne oldu diyeceksiniz; hiç tabii, aynı yoksulluk, aynı sömürü, aynı yıpranmışlık artarak sürdü gitti. Bizim “en büyük Türk büyüklerinin” Suriye’nin içişlerine büyük bir iştahla karımaya karar vermelerine kadar!..


Felaketin yolları da böyle döşenmeye başladı... Daha dün denebilecek kadar  kısa bir süre önce 800 küsur kilometrelik Suriye sınırında mayınların sökülüp, o bereketli topraklar üzerinde “organik tarım” yapılsın tartışmaları sürerken, Suriye ile birlikte bakanlar kurulu toplantıları yapılırken, aradaki alışverişin boyutu 2 milyar dolara ulaşmışken her şey bir anda berhava oldu..


Önce sınırlar delik deşik oldu... Sonra bir sürü çapulcunun “savaşmak” için topraklarımızı kullandıklarına tanık olduk. Sonra “silah dolu tırlar” iddiaları patladı. Oralarda yaralanan sözde “özgürlük savaşçılarının” bizim hastanelere doluşması sürecine girdik. Ardından da yüzbinlerce Suriyeli mültecinin kan ve baruttan kaçarak ülkemize sığınmasına. Şu anda bu sayı 3 milyona dayandı!..


Sınırlarımızın hemen yanı başındaki toprakların bir bölümü  IŞİD denilen canilerin, bir diğer bölümü PKK/PYD’nin eline geçti. Bir bölümünü de Rusya desteğini arkasına alan Suriye ordusu geri almayı başardı...


-İşte Kilis’in trajedisi tam da bu noktada başladı ve sürdü!..

     


Katyuşa füzelerinin son adresi!..

 


Birileri öyle ya da böyle Türkiye’yi lanetli topraklara sürmeyi kararlaştırmıştı bir kere...


Peki bu nasıl olacaktı?.. Yapmayın,  çok basit yanıtı; Kilis’te olduğu gibi tabii ki!..  Hatırlasanıza, o meşhur toplantıyı, bizim önemli muhteremlerden birinin “gönderirim çocukları, sallarlar 8 füze, işlem tamam” mealindeki yaratıcı sözlerini!..


Acaba sonradan işe başka “iyi saatte olsunlar” karışmış, planlar revize edilmiş onlarca, yüzlerce füze haline mi dönüşmüştü?. Neyse, füzeler gayet isabetli şekilde Kilis’i vurmaya başladı. Her gün en az 4-5 Katyuşaya kadar ulaştı.


Ancak durum giderek daha vahim hale gelmeye başlamıştı; Kilis’te kadınlar, çocuklar art arda ölüyordu. Son atılan füzelerle birlikte ölü sayısı 21’e yükselmişti. Durumu biraz iyi olanlar baba ocağını bırakıp göç ediyordu... Kilis halkı yönetimin “kör ve sağır” tavrına daha fazla dayanamayıp, “ne olur bizi kurtarın, ölüyoruz” diye gazete ilanı bile verdi!..


Sonra “Türkiye Suriye’ye müdahaleye hazırlanıyor” söylentileri ortalığı sarmaya başladı!. Biz gazeteciler, “doğru mu?” diye soruyorduk ama yönetimden “tık” yoktu!.. Ancak iş akıl vermeye gelince üstlerine de yoktu; mesela başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, “açık alanda bulunmak güvenli değil” buyuruyordu. Ama ölenlerin çoğu evlerinde ölmüştü!.. Kilis Valisi sıfatlı muhterem, dışarıya mutlaka abdestli çıktığını açıkladıktan sonra, “Füzeler tabii ki düşecek, havada mı kalacak yerçekimi var” diyebiliyordu örneğin!.. Haa bir de durumu protesto edenler topluca biber gazı, cop, tazyikli su ziyafetine alınıyorlardı!..


Şimdilerde de İsrail’in Türkiye ile birlikte Suriye’ye müdahale edeceği haberleri pompalanmaya başladı!.. Kısacası, Kilis’in kurban olarak verildiği bir çapraşık denklemin içinde yuvarlanıp duruyoruz... Zavallı Kilis halkı üzerinden bir kanlı satranç oynanıyor...


-Piyonlar, atlar, filler belli... Ama önemli olan şah ile vezir!..


https://twitter.com/umit_zileli