Sarayın dokunulmazlık açmazı
Her ne kadar asıl sonuç cuma günü alınacaksa da, dokunulmazlıklar konusunun Meclis'te 330-367 aralığında kalacağı ve ortaya referandum zorunluluğu çıkacağı görünüyor.
İktidarın saçma bir şekilde “hodri meydan” demesi üzerine arap saçına dönen dokunulmazlıklar konusu sarayı da ciddi sıkıntıya soktu.
Eğer ikinci turda da 367 rakamına ulaşılamazsa saray karar vermekte zorlanacaktır.
Erdoğan anayasa değişikliğini veto edebileceği gibi referandum kararı da alabilir.
Önce neden bu duruma geldiğini özetleyeyim;
Dokunulmazlıklar aslında “teröre destek verdikleri” ileri sürülen HDP'li milletvekillerini Meclis'ten atmak için kaldırılmak isteniyordu iktidar tarafından.
7 Haziran'da Meclis çoğunluğunu kaybeden ve tekrar kazanmak için terör fitilini ateşleyen iktidar, ortalığı kan gölüne çevirdikten sonra son hamle olarak HDP'yi Meclis'ten atmayı planlamıştı.
(Parantez açayım, buradaki asıl amaç HDP'yi sıkıştırmak ve başkanlık için destek sağlamaktır.)
Aslında AKP'nin tek başına bile Meclis'te HDP'li milletvekillerinin dokunulmazlığını kaldıracak gücü var.
Ancak bu zaman alacak bir uygulama. Çünkü Meclis'e gönderilen her fezleke için önce komisyon sonra da Meclis Genel Kurulu kararı gerekiyor.
Böylelikle süreç en az 4 aya yayılıyor.
Oysa sarayın acelesi var. Saray hem kamuoyunda “Meclis'ten teröristleri attılar” propagandası yapmak hem de başkanlık sistemine geçebilecek anayasa değişikliği için belli bir rakama ulaşmak için “Tek tek uğraşmayın, topluca atın” talimatı verdi.
Böyle olunca anayasa değişikliği gerekiyor. Çünkü anayasa fezlekelerin topluca ele alınmasına izin vermiyor.
Bunun üzerine anayasa değişikliğine gidildi. Son duruma göre CHP'nin tamamı evet demediği AKP ve MHP'den de fireler verildiği için 367'ye ulaşılamadı, cuma günü de ulaşılamayabilir.
Sarayın sıkıntısı burada. Referanduma gitmek de dert gitmemek de.
Eğer dokunulmazlıklar için referandum yapılırsa kuşkusuz ezici çoğunlukla evet çıkar. Çünkü hem vatandaş dokunulmazlıkların ne olduğunu bilmiyor hem de “teröristleri atıyoruz” sloganı iktidarda da muhalefette de etkili olacaktır.
Oysa sarayın asıl referandum yapmak istediği konu başkanlık sistemi.
Bu nedenle saray, dokunulmazlıklarla ilgili referandumun içine başkanlık sistemini de koymak isteyecektir.
Ama başkanlık sistemi için referandum sayısı 330'a bile ulaşmak mümkün olmayabilir.
“Dokunulmazlıkları şimdi referanduma götürelim sonra başkanlık için bir daha yaparız” mantığı da risklidir, milleti seçimle yorarsanız sonucu sürpriz olarak çıkabilir.
Başkanlık konusunu bir dayatma haline getiren ve Türkiye'yi siyasi olarak kilitleyen saray, deyimdeki gibi “Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olabilir.”
Saray için artık çok “hassas” günler başlıyor.
Hayırlısıyla diyelim.
HOŞUMA GİDEN ŞEYLER
Dinci faşist darbeye karşı haydi meydanlara
Bu iktidar kendi zihniyetindeki bir Türkiye'yi kurmak, karşı devrimi gerçekleştirmek ve bunun için bir dinci faşist darbe yapabilmek için tüm değerlerimizi ayaklar altına almaktan çekinmiyor.
Son yıllarda çeşitli bahanelerle bütün milli bayramlarımızı ya kutlanamaz hale getirdiler ya da kısıtlamalarla bayramların anlamını bozdular.
Bugün 19 Mayıs.
Kurtuluş Savaşı'nın başladığı, ardından gelen Cumhuriyet ve devrimlerinin meşalesinin yakıldığı ilk gün.
Bu bayramı da anlamından saptırmak ve değersizleştirmek için yıllardır ellerinden geleni yaptılar, daha neler yapacaklarını da bilmiyoruz.
İktidarın Türkiye'yi dinci faşist devlete dönüştürme çabalarını bozmak, demokrasiye, hukukun üstünlüğüne inanan, insan hak ve özgürlüklerine sonsuz saygılı gerçek vatanseverlerin görevidir.
Atatürk'ün geçliğe emanet ettiği bu cumhuriyeti ve devrimlerini korumak 7'den 70'e herkese düşen bir sorumluluktur.
Bugün herkes meydanlarda olmalı, 19 Mayıs'ı anlamına en yakışır biçimde kutlamalı, Türkiye'ye kafa tutan karşı devrimci hareketlere karşı dimdik ayakta olunduğunu göstermelidir.
Ankara'da olanlar, saat 10.30'da Güvenpark'ta Anıtkabir'e doğru yapılacak yürüyüşe mutlaka katılmalı.
Ancak iktidar bu yürüyüşten kortuğu için güvenlik gerekçesiyle izin verilmeyeceğini açıkladı. Bana göre CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu en önde yüreyeceğini açıkladıktan sonra bu kararın uygulanabileceğini hiç zannetmiyorum.
İstanbul'da Şişli'den Dolmabahçe'ye yapılacak yürüyüş de mutlaka çok görkemli olmalı.
Ülkede bütün illerde yapılacak törenlerin de karşı devrimcilere, onlara paspas olan “yetmez ama'cılara” cumhuriyete, Atatürk'e bağlı olanların gücü ve kararlılığı gösterilmelidir.
KAFAMI BOZAN ŞEYLER
Bu adamı şehir şehir dolaştırmanın ne alemi var?
Nurettin Yıldız adında bir ilahiyatçı var biliyorsunuz.
Engin bilgisiyle “6 yaşındaki kız çocuklarının evlendirilebileceğini” söylüyor.
Sonra coşuyor “3 yaşındaki kızlarınızı amcalarının yanında bile altı çıplak çıkarmayın, tahrik olurlar” diyor.
İşte hükümet bu adamı günlerdir şehir şehir dolaştırarak bu yüce fikirlerini anlatsın diye konferanslar verdirmeye çalışıyor.
Edirne, Sinop ve Gaziantep'te duyarlı ve medeni insanların tepkisi sayesinde konuşturulmadı bu adam.
Ama sonunda Kahramanmaraş'ta protestolara rağmen polis çok sıkı önlemler aldı ve bu adam konuşturuldu sonunda.
Belli ki hükümet bu konuyu kendine gurur meselesi yapmış. “Nasıl olur da gönül ve fikir birliği içinde olduğumuz ve bütün masraflarını karşıladığımız bir adamı konuşturmazlar” psikolojisine giren hükümet inatla konferans turlarına devam ediyor.
Kahramanmaraş'taki salona birileri bir de utanmadan “Ey Sinop bir gün sen de alimleri ayakta alkışlayacaksın” diye pankart asmışlar.
3 yaşındaki çocuklardan tahrik olanları “alim diye ayakta alkışlayan” bir zihniyeti anlamakta güçlük çekiyorum.
MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
Saraydakinden sonra bir de danışmanın konuşmasına maruz kalıyoruz
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın konuşmadığı ve her konuşmasının bilmem kaç televizyonda birden canlı yayınlanmadığı bir gün var mı?
Yok.
Erdoğan her fırsatı kullandığı gibi bir de konuşacak kalabalıklar icat ederek sürekli konuşuyor.
Kendinden olmayan herkese hakaretler ediyor, had bildiriyor, içeriye dışarıya ayar veriyor, talimatlar yağdırıyor.
Ama belli ki bu yetmiyor, bir de her hafta saray danışmanı çıkıp cumhurbaşkanı adına konuşuyor, açıklamalar yapıyor.
Sarayın danışmanı İbrahim Kalın dün yine medyanın önündeydi.
Saray adına konuştuğu için belli bir plan, yöntem yok, akla ne gelirse söylüyor.
Dün de terörden, futbola, basketboldan görkemli nikaha, helikopter düşürülmesinden, vizeye, mülteci konusuna her konuda bir şeyler söyledi.
Sanki bu konularda her gün Erdoğan'ı dinlemek yetmiyormuş gibi artık danışmanlara da maruz kalıyoruz.
Saray danışmanı Kalın'ın dün nikâhtaki şahitlikler ile ilgili söylediği sözler de pek dikkatimi çekti.
Kalın Hulusi Akar'a yönelik eleştirileri “Akar'a yapılan saldırılar terör saldırıları kadar menfur” dedi.
E pes yani.
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
Bu terbiyesizlik yeni Türkiye'nin yükselen değeri
Her şeyi özelleştirmeye meraklı hükümetimiz Anıtkabir'in kafeteryalarını da özelleştirmiş.
Haberi dünkü Sözcü'de Saygı Öztürk'ün yazısından öğrendim.
Anladık, her şey özelleştirilebilir ama bari Anıtkabir'i rahat bıraksalardı.
Oradaki kafeteryayı askerler işletiyor ve gelirini de Anıtkabir için harcıyorlarmış bugüne kadar.
Şimdi Özsüt markasıyla hizmet veren bir şirkete devredilmiş, bu değişikliği bilmeyenler “daha iyi oldu, daha iyi hizmet veriliyor ama fiyatlar pahalandı” diyorlarmış.
Asker “mevzuat böyle, kantin yasası değişti” diye savunmuş bu özelleştirmeyi. Herhalde parası da iyidir.
Anladığım kadarıyla asker mevzuata uymazsa hükümetin kendilerini cezalandıracağını düşünmüş, onlar da haklı.
Ama benim asıl kafamın takıldığı kafeteryayı Özsüt markasıyla kiralayan MNU Gıda firmasının sahibi Uğur Güner'in “Bu iş hiç de kârlı değil, isteyene hemen devrederim” demesi.
Şu şımarıklığa, şu terbiyesizliğe bakar mısınız?
Yeni Türkiye işte bu tipleri yarattı. Terbiyesizlikle yukarı çıkıyorlar çünkü arkalarındakiler bundan hoşlanıyor.
Madem kârlı değil ve isteyene hemen devredebilirsin, ne demeye ihaleye katılıp işi aldın, bu aynı zamanda Atatürk'ün kabrini kirletmek de değil midir be adam.
YENİ ÖĞRENDİM
Denizbank “Borçlu çiftçi var ama rakam önemli değil”
Ağırlıklı hisseleri Ruslar'ın elinde olan Denizbank'la ilgili dün yazdığım yazıda “bankanın özellikle tarım alanında çok kredi verdiğini, ancak Rusya ile kriz nedeniyle zora düşen çiftçilerin borçlarını ödeyemediklerini ve bir Rus bankasının elinde ciddi oranda tarım alanı ipoteği bulunduğunu” belirtmiştim.
Konunun Ankara'da da “ulusal güvenlik” sorunu olarak ele alındığını yazmıştım.
Denizbank Genel Müdürlüğü'nden aradılar bu yazım üzerine.
Söyledikleri özetle şöyle; “Tarım alanındaki toplam kredi tutarımız 6 milyar liranın üzerinde. Ekonomik nedenlerle pek çok sektörde borç ödemelerinde sıkıntı yaşandığı gibi tarım sektöründe de bu sıkıntı vardır. Ancak bankamıza dönüşü sorun yaratan kredilerin oranı çok düşüktür.”
Konuşmamız sırasında genel müdürlük yetkilisi “borcunu ödeyemeyen çiftçilerin arazilerine el koyma gibi bir politikamız yok, ayrıca zaten boş arazinin bankaya da bir yararı olmaz, o araziden ürün alınması gerekir ki biz de borcumuzu tahsil edebilelim. Bu nedenle çiftçiye her türlü kolaylığı da göstermeye çalışıyoruz” dedi.
https://twitter.com/can_atakli_