ŞAŞKINLIĞIN YARALADIĞI ÜLKE!..

Dünyanın hiçbir coğrafyasında Türkiye gibi sosyal, siyasal ve ekonomik alanda pervasız tavırlar sergileyen ve ne pahasına olursa olsun bildiğini okuyan bir ülke olmasa gerek...
Son aylarda bu ülkede yaşanan zıtlıklara, şaşkınlıklara, siyasal oyunlara, dalaverelere, “dediğim dedik” tavırlara, meydan okumalara, rest çekmelere ve kanun tanımazlıklara bakarsanız, zaten cambaz ipinde sallanan demokrasinin ve adaletin zerresi bile yok sanırsınız...
Ne yazık ki, demokrasinin kıyısından geçmemiş kabile devletçikleri gibi sömürülen, deyim yerindeyse aşiret çadırında ahkam kesenlerin “muz cumhuriyeti”ne dönüyor bu ülke...
Hem de toplumun yarısının desteğiyle iktidarı bırakmayan bir siyasal anlayışın, giderek daha çok dayattığı baskı ve sözde “dönüşüm” tuzağıyla... Ve de adı yandaşa dönüşen medyacıkların dezenformasyon ve devekuşu sendromuyla!..
Baksanıza; seçmenin yarısının oylarıyla başbakan seçilen bir parti lideri delege oyunlarıyla bir ay içinde alaşağı edildi de kimsenin umurunda bile olmadı... Hem de kendisini göreve getiren tek adam zihniyetinin baskısı ve yandaşlığın zafer çığlıklarıyla...
Ne ilginç ki, bir çırpıda silinip giden seçilmiş bir hükümetin ardından AKP’de tek çatlak ses bile çıkmadı ki, mürit-militan siyaset anlayışı da böylesi bir atmosferde kendi karakterini ve çapını iyice belli etmiş oldu!..
Kimileri Mayıs ayı ortasında, bir “yıldırım” kurultayla tamamlanan zoraki hükümet dönüşümünü “parti içi tartışma”, kimileri ise “darbe” olarak nitelese de, AKP içinde yaşananlar dünya siyasetinde benzeri görülmemiş egemenlik operasyonundan başka bir şey değil...

Kendini eriten muhalefet...

Yandaşlar için bile “gelen ağam, giden paşam” ise AKP’yi kimlerin “özel kalem” olarak yönettiği zerre kadar umurumuzda değil...
Peki, yalnızca AKP’de mi şaşkın işler oluyor?.. Özellikle muhalefet partisi MHP’de giderek büyüyen ve yalnızca siyaseti değil, hukuku da şaşırtan iktidar kavgasına ne demeli?..
Yargının kesin kararlarına rağmen genel merkez- kayyum- adaylar üçgeninde bilinmez bir kaosa doğru giden mücadelenin MHP’yi büyütmekten çok tüketmekte olduğunu ne yazık ki herkes görüyor...
Evet; konu yalnızca siyasetteki şaşkınlık da değil... Devleti, bürokrasiyi ve özellikle de halkın güvenini sarsan başka rezaletler de yaşanıyor bu ülkede...
Belediye başkanlarının önünde “el pençe divan” duran savcıların utanç verici görüntüleri yalnızca hukuk düzenini örselemiyor, adında “cumhuriyet” olan bir yüce makama saygıyı da azaltıyor...
Diyeceksiniz ki; “Yüksek yargı başkanlarının, alkışladıkları siyasilerin politik gezilerinde cirit attığı bir ülkede, yargının saygınlığı, düğmesiz cüppelerini siyasiler karşısında düğmelemeye çalışanların gafleti nedeniyle çoktan erozyona uğramamış mıydı?..”

Başbuğ’un görmediği!..

“Et bozulursa tuz, peki tuz bozulursa ne” sorusu, Türk yargısındaki tuhaf ve kahredici şaşkınlığı sona erdirir mi bilinmez ama siyasilerin bir ülkeyi en iyi eğitim üzerinden kuşatma projesi de ürkütücü boyutlara ulaşıyor...
Diyorlar ki, 60 bin olan imam-hatipli öğrenci sayısı 1.5 milyonu aşmış!!! Ana okul öğrencilerinin bile “sübyan mektebi” tuzağıyla karanlığa çekildiği bir ülkede, eğitimdeki bağnazlık tünelinin büyümesini kim durduracak acaba?..
Söyler misiniz; rejim “başkanlık” tuzağıyla dönüştürülmek istenirken, yargı siyasallaşırken, muhalefet iç kavgada erirken ve medya maymunluğu gerçekleri örtbas ederken, Türkiye bürokrasisine mürit-militan kadro yetiştirmek için imam-hatip dayatmasıyla sınırları zorlayan AKP’ye karşı sesini kim yükseltecek?..
Bu soruyu, yurt dışındaki bir toplantıda neredeyse, “İmam hatipler olmazsa, memleket cemaatlere kalacak” gibi şaşkın bir iddiayı seslendiren eski genelkurmay başkanı İlker Başbuğ’a sormak bile istemiyorum!..
Çünkü onun gibilerin eğitimdeki tahribatı ve karanlığı görmeyen bakış açıları, dinci örgütlenme ve dinci devletin tohumlarının atıldığı Türkiye gerçeklerine zerre kadar uymuyor...

Ve çöküş!..

Memleket sanki “güllük gülistanlıkmış” gibi İstanbul’un Avrupa yakasında da AVM’lerin sayısı hızla artıyor... Devasa çarşılar müşteri çekmek için yer yolu deniyor... Ancak ne gazete reklamları ne magazin şovları çarşıları sinek avlamaktan kurtarıyor...
Bu durgunluğun tek nedeni toplumu paranoyak hale getiren “canlı bomba” eylemlerinin kitleleri çarşılardan uzaklaştırması değil, asıl sorun piyasayı giderek daha fazla kuşatan ekonomik darboğaz...
AKP medyasının “yeni anayasa” ve “başkanlık” tantanalarıyla gündemi değiştirmesine bakmayın, esnaf kan ağlıyor, sanayi sektörü ise Suriye ve Rusya krizinin ardından terör yorgunu ve çıkış bulamıyor...
Tarım ve turizmin çöküşü hem iflaslara yol açıyor hem de işsizliğin yanı sıra esnafı da giderek derin bir kıskaca çekiyor... İşte bu yüzden İstanbul’da da her ay yüzlerce işyeri kapanıyor...
Dolaşırken gördük; İstanbul Bakırköy’deki Marmara Forum’da 20 ünlü marka mağazalarının kapısına kilit vurmuş... Diğer AVM’lerde kriz daha derin...
Tüm bunlar akla tek soruyu getiriyor; “Gizlenen krizlere rağmen AKP neye güvenerek yeni anayasa ve başkanlık için seçim kozunu öne çıkartabiliyor?..”
Anket firmaları ile sosyologlara çok iş düşüyor bu ülkede... Çünkü dünyanın hiçbir coğrafyasında sosyo-politik şaşkınlığın bu kadar yaraladığı bir ülke bulunamaz...


https://twitter.com/FARACYAZIYOR
https://www.facebook.com/mfarac