TARİH KİMİNİ BEYAZ, KİMİNİ KARA SAYFALARINDA GÖRÜR!

Arjantin’in Rosario kentinde 14 Haziran 1928’de doğduğunda, Güney Amerika neredeyse baştan başa ABD’nin arka bahçesi halindeydi…

ABD’nin desteklediği faşist cuntaların egemenliğinde Güney Amerika halkları baskı, yoksulluk ve kölelik üçgeninde yaşamaya çabalıyorlardı… Ernesto Guevara, sol eğilimli üst sınıf bir ailenin çocuğuydu… Tüm yaşamında bir ağır engel olarak karşısına çıkan astım krizlerine rağmen mükemmel bir atlet, iyi bir rugby oyuncusu oldu…

Babasından öğrendiği satranç onun en iyi arkadaşı olacaktı; 12 yaşında turnuvalara katılmaya başlamıştı bile… İlk gençlik yıllarında şiire merak saldı, özellikle de Pablo Neruda şiirlerine; yaşamı boyunca şiirden kopmadı, hep yazdı…

Buenos Aires Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldu… Okul yıllarında eğitime bir yıl ara verip bir arkadaşıyla, “Poderosa II-Güçlü” adını verdikleri motosikletle Güney Amerika turuna çıktı… Guevara’nın bu uzun yolculuk sırasında tuttuğu seyahat notları, çok uzun yıllar sonra, 2004’te “Motosiklet Günlükleri” adıyla filme çekilecekti…

Bu seyahat sırasında genç Ernesto, yoksulluğu, ağır baskıları, buna karşı halkın güçsüzlüğünü gözlemledi, sürekli not aldı. Marksizm’den de etkilenen bu genç adamın devrimci olmaya karar verdiği, Güney Amerika’nın “tek bir vücut” halinde kurtuluşunun ancak devrim ile olabileceğine inandığı yolculuktu bu!..

Guavera, Guatemala’da Başkan Guzman’ın toprak reformu yoluyla bir toplumsal devrim yaratma çabalarına omuz verdi… Buradan halasına yazdığı mektupta şöyle diyordu:

Burada gerçek bir devrimci olabilmek için çalışacak, kendimi mükemmelleştireceğim!

CHE efsanesinin doğuşu!..

Ernesto, kendi ülkesi Arjantin’e has, “hey”, “dostum” anlamına gelen “Che” ünlemini o kadar çok kullanıyordu ki, bir zaman sonra onu herkes “Che” diye çağırmaya başlamıştı… Çok değil birkaç yıl sonra tüm dünya onu aynı sözcükle ebedileştirecekti:

Che Guevara!..

Küba devriminde Fidel Castro’nun yanında yer aldı… Devrimden sonra  Merkez Bankası Başkanlığı, Ekonomi Bakanlığı gibi çok önemli görevlerde bulunmasına karşın aklında ve yüreğinde hep “bütün Güney Amerika’da devrim” ateşi yandığı için her şeyi bırakıp önce Kongo’ya, ardından kısa bir Küba dönüşü sonrası bu kez Bolivya’ya gitti…

Che, Castro ile Bolivya’da “devrimin koşullarının oluştuğu” konusunda görüş birliğine varmıştı. Ancak ABD, CIA ve onların ajanlarını, paralı askerlerini hesaba katmamışlardı… Bir de muhbirleri tabii! 8 Ekim 1967’de bir muhbirin Che’nin yerini Bolivya Özel Hareket Birliği’ne bildirmesi sonun başlangıcı oldu… Kamp kuşatıldı, çıkan çatışmada Che ayaklarından yaralanıp, silahı da bir mermiyle işlemez hale gelince yakalandı…

Bolivya Devlet Başkanı Barrientos, Che Guavera’nın yakalandığını öğrenince hemen öldürülmesi emrini verdi. La Hiquera köyünde köhne bir okul binasında askerler arasında çekilen kurada görev; çavuş Mario Teron’un üzerinde kaldı. Ancak çavuş o denli heyecanlanmıştı ki, elleri titredi ve Che’yi yalnızca yaraladı. Bu büyük devrimcinin son sözleri kayıtlara şöyle geçti:

Buraya beni öldürmeye geldiğini biliyorum. Vur beni korkak, yalnızca bir adam öldürmüş olacaksın!..

Öldürüldükten, teşhir edildikten, zafer fotoğrafları çektirildikten ve elleri bir doktor tarafından kesildikten sonra bilinmeyen bir yere gömüldü… 1997 yılında bu mezar bulundu, Küba’ya getirildi. Bugün, Küba Devrimi’nin başarısını belirleyen savaşı kazandığı Santa Clara’daki anıt mezarda yatıyor. Tüm dünya devrimcilerinin başlıca simgelerinden biri olan Che Guavera, yazdıklarıyla, söyledikleriyle ölümüne savaş verdiği sömürgeciliğe şöyle karşı çıkıyordu:

Tüm eylemlerimiz, emperyalizme karşı atılan bir savaş çığlığı ve insan soyunun büyük düşmanına karşı halkla yapılan birlik çağrısıdır. O düşman ABD’dir!..

Ama beni en çok bu soylu devrimcinin daha 1956 yılında annesine yazdığı mektuptaki şu cümlesi etkiler:

Mezarıma yalnızca bitmemiş bir şarkının hüznünü götüreceğim!..

Devrimci ile karşı devrimci!..

Bu yazıyı, yıllar önce zamanın TBMM Başkanı İsmail Kahraman, Che Guevara için “katil, eşkıya” diye konuşup, bazı yanaşma kalemlerden alkış aldığında yazmıştım…

Koronadan sonraki zamanları ve “otoriter-faşist” dönüşüm ihtimallerini faşist zorbalar üzerinden yazdığım şu günlerde, bir solukluk ara verip “soylu bir devrimcinin” yaşam öyküsünü paylaşmak istedim…

Kahraman’ın ‘katil’ dediği Che’nin Castro’ya yazdığı mektuptan  bir bölümle bitirelim:

“…Sanırım, beni Küba’nın kendi sınırları içindeki devrimine bağlayan ödevden payıma düşeni yerine getirdim. Şimdi senden, yoldaşlardan ve artık benim de halkım olan halkınızdan izin istiyorum; parti yönetimindeki görevlerimden, bakanlıktan, binbaşılıktan ve Küba yurttaşlığından resmen vazgeçiyorum… Çocuklarım ile karıma bir çöp bile bırakmıyorum; buna pişman değilim, memnunum hatta. Onlar için bir şey istemiyorum, çünkü devlet yaşamaları ve adam olmaları için gerekli olanı nasıl olsa verecektir…”

İşte bu kadar, gerisini tarih olanca açıklığıyla yazdı, yazıyor, yazacak… Haa, geçmişlerindeki detaylara bakmak için Google Amcaya da başvurdum tabii:

Che için 16 milyon 500 bin sayfa açılmıştı. Kahraman içinse 505 bin!

https://twitter.com/umit_zileli