TÜRK DEVRİMİ (1)
Geçen hafta başlatıp bu hafta da sürdürdüğüm “Ulus Devlet-Emperyalizm-Kemalizm” yazılarıma çeşitli kesimlerden çok değişik tepkiler aldım, teşekkür ediyorum…
Ancak gelen mesajlarda şunu da gördüm; Atatürk, Kemalizm, Atatürkçülük, bugünün “kafası” ve o kafanın hedefleri konusunda düşünceler hayli karışık!.. Bu nedenle sizlere yine uzun yıllar önce kaleme aldığım üç günlük bir mini “Türk Devrimi” dizisini bazı ufak düzeltme ve güncellemelerle sunmayı düşündüm.
Yıllar önce “liberal etiketli” bir profesörün bilimi de, tarihi de, insanlık onurunu da hiçe sayarak kaleme aldığı “Kemalizm gericidir” yargısı üzerine yazdığım “Türk Devrimi” dersinin (!), bugünkü tartışmalara epey katkı sağlayacağını umuyorum.
Bakalım kimilerinin iddia ettiği gibi ortada bu iktidarın “Kemalizm’e teslimiyeti mi var?” yoksa bir rövanş duygusu, tükenmesi olanaksız bir kin ve Cumhuriyeti yıkma yolunda oynanan bir “takiye” mi söz konusu?!..
Öncelikle bilim insanlarının çok iyi bilmesi, özümsemesi gereken evrensel bir koşul vardır:
–Tarihsel olay ya da olgular, ancak dönemlerinin koşulları içinde değerlendirilebilir. Ancak o zaman bir anlam taşır, bilimsel değere ulaşabilir…
Prof. Atilla Yayla, geliştirdiği “Ortak Medeniyet Paradigması”na göre 1925-1945 yılları arasının yeteri kadar medenileştirici olmadığını (gerici olduğunu) 1950-60 döneminin daha ilerici olduğunu ileri sürüyor…
Bir saptamayla başlayalım; burada konu edilecek dönem 1923-1938 arasıdır. Bu dönem Atatürk’ün ölümüyle noktalanan Kemalist dönemdir. Ardından gelen İnönü dönemi bir ölçüde devrimlerin bekçiliğinin üstlenildiği, ancak devrimci atılımların durduğu, 46’dan itibaren de devrimin temel doğrultusundan önemli ödünlerin verildiği bir dönemdir. 1950’den bugüne dek yaşanan süreç ise Kurucu Meclis ve 61 Anayasası dışarıda tutulursa “Karşıdevrim” dönemidir.
Şimdi yukarıda sözünü ettiğim bilimsel kritere göre soralım:
Mustafa Kemal, hangi amaca ulaşmak için yola çıktı? O tarihte, Türkiye ve dünya koşulları nelerdi? Kemalist devrimciler o amaca yönelik olarak neleri gerçekleştirdi?
–Ve Atatürk devrimi ya da Türk Devrimi nereye ulaştı?
Faşizme ve ikinci büyük savaşa koşan dünya!..
Önce hem dünyada hem de Türkiye’de 1923 koşullarına bakalım:
Dünya savaşından henüz çıkmış ve var gücüyle 2’nci Dünya Savaşı’na hazırlanılan bir dönem söz konusudur. Bu dönem, Milletler Cemiyeti’nin varlığına karşın emperyalizmin en azgın, en acımasız olduğu dönemdir. Birinci savaşın sonunda otoriter monarşiler ve hanedanlıklar sona ermiştir. Dünya üzerinde az gelişmiş olup da bağımsız kalabilmiş pek az ülke vardır ve bunların ikisi hariç (tampon bölge olan Tayland ve Afganistan) diğerleri ya ikinci savaş öncesi ya da savaş içinde emperyalistlerin çizmeleri altında ezilmiştir.
Ayakta kalan tek ülke Türkiye Cumhuriyeti’dir! Üstelik aynı dönemde bugünün demokratik ülkelerinin durumuna da bakmak gerekir:
–İtalya 1922, Portekiz 1927, Japonya 1930, Almanya 1933, İspanya 1938 yılında faşizme geçiş yaptı. Fransa ise hızla o yola kayıyordu.
Diğer tarafta ise 1917 Devrimi’ni yapmış olan Sovyet Rusya, Marksizm deneyimini yaşıyordu. 1919 Versailles Barış Anlaşması yapılırken, Alman heyetinde bulunan ünlü toplum bilimci Max Weber’in şu tanımı demokrasiye hangi gözle bakıldığını anlatmak açısından çarpıcıdır:
–Demokraside halk güvendiği bir önder seçer. Seçilen önder, “Şimdi sesinizi kesin ve bana itaat edin der. Artık halk ve parti onun işine karışamazlar!..
Sıfırdan var edilen bir ülke!..
Gelelim Türkiye’nin koşullarına…
–1923’te nüfusun yaklaşık yüzde 90’ı, yoksulluk sınırı altında yaşayan, örgütsüz, dağınık köylülerdi. Söz konusu olan 11 milyonluk bir ümmet toplumuydu. Ulaşım yok denecek kadar az, pazar ilişkileri ise neredeyse sıfırdı. Otomobil, kamyon gibi araçlar Anadolu’da bilinmiyordu. Toplumun ancak yüzde 7’si okur yazardı; bunun da yarısından fazlası azınlıklardandı!
İleriki yıllarda (ve tabii bugün) Mustafa Kemal ve Kemalist dönemi önce “sosyalizmi getirmediği” için daha sonra da “demokrasiyi uygulamadığı” için eleştiren birtakım aydınlar, “Niçin referanduma gitmedi?” diye sormayı da ihmal etmezler!..
Referandumla devrim yapıldığını (!) tarihin kaydetmemesi bir yana, insaf ve vicdan sahibi hiçbir aydın, böylesine bir istemi ileri süremez… Demokrasinin koşullarına kısaca bir göz atalım:
–Eğitim, sanayileşme, kentleşme, kişi başına düşen milli gelirin yoksulluğu geride bırakması, örgütlü toplum, yaygın ve etkili bir kitle iletişim ağı…
Aslında bunların tümünün olması bile demokrasinin kendiliğinden oluşacağı anlamına gelmez. Bir de öznel koşul vardır: Demokratik kültür!. Yaşam biçimine dönüşecek bir demokratik ortam ancak zamanla oluşur. O zamanın Anadolusunda saydıklarımın biri bile yoktu!. Yukarıda saydıklarıma eklemeliyim; kişi başına milli gelir 70 dolardı. Telefon, o da manyetolu olarak yalnızca devlet kurumlarında mevcuttu…
–Peki, Mustafa Kemal ne yaptı, hangi yolu seçti ve nereye ulaştı?
İşbirlikçiye ve büyük yanılgılara hapsolarak “bizim yanımıza geldi” hayaline kapılanlara vereceğim yanıt bitmediği için devamı yarın…
https://twitter.com/umit_zileli