YALNIZLAR ORMANINDA BİR AĞAÇ GİBİ!..

Yağmurun gökyüzüne notalar dizen bir piyanist gibi gözyaşı döktüğü anlarda...
Bulutların sabah mahmurluğuyla sonsuzluğu tekmelediği sıralarda...
Bir leylek el sallar rotası belli, sonu belirsiz göç yollarında; bir kırlangıç süzülmektedir mavinin utangaçlığında!..
Zerreciklerin şelaleye döndüğü sisli havalarda, bir dağ evinin köhne verandasıdır yırtık şemsiyeniz!.. Bir ağaç kovuğunun rutubetli sıcağıdır sığınağınız!..
Aklınız, sizi alıp yeşilin tonlarındaki bir ormanın sonsuzluğuna götürdüğünde, yalnız kalırsınız insana hasret ıslak topraklarda...
Yapraklar, tenlerinde dans eden damlacıkları boca ederken aşağılara... Berraki sular küçük derecikler oluşturur patika yavrularında!..
Çamura bulanmış çıplak ayaklarınızla, toprağa yapışmış yaprakları ezerken, mazlum derinliklere gizlenmiş biçare anlarınız gelir aklınıza!..
Sahipsiz kalıp, tutunacak bir dal bulunamadığında, tıpkı toprağa düşen çiçek gibi salındığınızda...
Çürümüş bir ağaç gövdesine gizlenmiş sincabın ürkekliğiyle yürürken sahipsiz patikalarda; küçük ömrünüzün büyük hesaplarıyla boğuşur durursunuz!..
Aydın olmak, “adam olmak”, insan olmak uğruna ne yaptım diye?..

Truva’nın nal sesleri!..

Bir mum yakmaya korkarken insanlar ve de zalimce hakim olurken karanlıklar!.. Pervasızca pusuya yatar, aydınlığa düşman yarasalar!..
Bir gri kuşatma, özgürlüğe adanmış dünyanızın en hassas duvarlarında kapanmaz yaralar açar o anda; “ben ne yaptım” diye düşünür durursunuz sessizcesine!..
Sizi adam yapan duruşunuz, bezirgan korkularınızla boğuşurken... Ve de size güzel yaşamlar vaat edenler taş yığınları arkasındayken; ben niçin sustum diye isyan edersiniz!..
Devekuşuna özenen hainler gelir gözlerinizin önüne... Truva atlarının nal seslerinde, takiye çığlıkları atan zavallılara lanet edersiniz!..
Sonra bir kez daha haykırırsınız hançerelerinizin yırtılmış bozkırında; “dünyam karartılırken ben niye boyun eğdim” diye!..
Bir yalnızlık ormanında; küf kokulu mantarları çiğnerken öfkeli her adımınızda, aslında isyanınız geçmişinize gider pervasızca!..
Ak düşmüş saçlarınız rüzgarda savrulurken, mazinizin sararmış albüm sayfaları çarpar alın yazınıza!..
Harfler düşer gözyaşlarınızla önünüze, anılar tepişir mazlumlara ah eden göz kırpışınızda!..
Yürek yakan bir geçmişin siyah beyaz filmini, yeşil bir platonun tam ortasına savurduğunuzda...
Benliğinizi duraksatmak isterseniz külüstür sinema makinesinin çileli kasnağında!..
İyilikleriniz kötülüklerinizle savaşır kurtla kuzu gibi... Öfkeniz, merhametinizin önünde diz çöker zamansızca!..

Adamlığın pusulası!..

Adam” olan adamın karanlığın hakim olmaya çalıştığı sıralarda yapacağı tek bir şey vardır dostlar; bıkmadan usanmadan, korkmadan, çekinmeden aydınlığı aramak!.. Yalnız aramak değil, kör karanlıktan aydınlanmayı yaratmak!..
Adam olmanın dikenli yollarında yalpalamadan, zikzak çizmeden, dik yürümek beceri ister arkadaş!..
Bazen günahlarınızı koyacaksınız, sadaka dağıtmış avuçlarınıza... Bir elinizde sevaplarınızla yürüyeceksiniz uçurumlar kenarında, bir elinizde kaderinizin şaşmaz pusulasıyla!..
Siz direnin yeter ki, tek bir ağaç gibi de olsanız yalnızlar ormanında; infilak eder benliğinize pusu kurmuş buhrani düşleriniz, ayakta dururken rüyalar görürsünüz kahpeliğin otağında!..
Serseri kurşunlar bir güvercinin kanadında salınır yanı başınızda... Bir barut kokusu gelir çam kozalaklarının yangın tuzaklarında...
Rüzgar tokatlar savururken vadileri umursamazca; uyanmak istemezsiniz, kimsesizliğin azap veren yalnızlığında!..
Kehribara bulanmış bir örümcek gibi değerli sandığınız her canlıda... Üç paralık ihanete kurban edersiniz ömrünüzü, gün görmemiş zümrüt değerindeki zamanlara!..
Unutmayın, mücadeleye adanmışsa yaşam eğer, sorgulayan bir kara kalem gibidir aslında!..
Unutmayın; direnmeden, öfkeden direniş yaratmadan yaşamak, bu dünyadan borç defterini yırtıp gitmek gibidir hayasızca!..

Gafletin patikaları!..

Aydın olmak, ağdalı cümleleri puro dumanına saklamak değildir arkadaş!.. Aydın olmak, isyan etmektir, yol göstermektir!.. Adam olmayı insan olmaktan öte saymaktır aydınlanmacı olmak!..
Siz, milyonlarca ağacın yalnız yaşamayı tercih ettiği bir dünyada, ormanda olduğunuzu sanmayın sakın!..
Aydınlanma ışıklarının tek tek söndürüldüğü bir ülkede, güvenmeyin aydın müsveddelerine, güvenmeyin ihanet sofralarına oturan soytarılara ve de güvenmeyin siyasetin yavşak kulvarlarında sahtekarlığa zar atanlara!..
Unutmayın; umut sizin için ezilenlerdedir, umut ezildikçe yüreklerde doğanlardadır!..
Siz yürüdüğünüzde bir yalnızlık ormanında, kendinizle hesaplaşın!.. Kimi zaman bir kavağın yüceliğiyle gökyüzüne fırlatın sırlarınızı... Kimi zaman bir kar tanesi gibi düşsün önünüze, ömrünüzün kurumuş gelincikleri!..
Düşlerinizi yolcu ettiğiniz uçurtmalar dikenli tellere dolansa da... Yaşama bağlandığınız ip, yağlı urganlara dönüşse de!..
İşte bir gün yolunuz düşerse kalabalık içinde sahipsiz kalmış bir ormana... Attığınız her adımda bu satırları düşünün... Sorgulayın kendinizi gafletin patikalarında, yalnızlığa mı düştüm, ihanete mi yoksa!..

OKURLARA NOT:
Memleket siyasetin yarattığı ihanet yüzünden terörle boğuşuyor... Canlı bombalar şehirlerde cirit atıyor, masumlar katledilirken, işbirlikçi kiralıklar utanmadan “teröre alışacaksınız” diye ahkam kesiyor... “Tüm bu ahval ve şerait içinde”, muhalefetiyle, medyasıyla ve kitle örgütleriyle ülke susturulmuş adeta... Yukarıdaki yazı 2 Eylül 2011 tarihli... Demek ki son dönemde yoğunlaşan ihanetin başlangıç günleriymiş!.. Hainlere karşı 4 yıl öncesinden yapılan uyarılardan ders alınmaması ne kadar acı değil mi?.. Siz yine de hazır “bu günler iyi günler”ken uyanık olunuz...

https://twitter.com/FARACYAZIYOR
https://www.facebook.com/mfarac