YILDIZLARDAN KÜPE YAPAN GECE!..

Birkaç gün önceydi, geceyi yazmak istedim karanlığın tebeşir tutan zifiri perdesine... Üşenmedim gittim... Sessizliğe hapsolmuş gecenin derinliğinde, yakamoz vurmuş denizi izlerken gözlerim sonsuzluğa daldı!..
Sanki efsuna bulanmış gece... Sanki kıyıda, harap köşkün bahçesinde; küskün sarmaşıklar da biçare bir hüzne sarılmış...
Sanki bülbüle hasret köklerde, secde etmiş gül dalları var...
Yıldızlara baktığımda hep şunu gördüm; uykuya yatmış güneş kesinlikle aydınlığa gebe!..
Bu yüzden içim rahat sanki... Bu yüzden belki denize her baktığımda, mavi gecelerden aydınlık sabahlara koşan güne merhaba diyorum...
Yalnız deniz duyuyor sesimi... Yalnız dalgalar tepki veriyor umuduma... Ben, gözlerimi karanlığın sinsiliğine bulanmış denize her odakladığımda, hem içim ürperiyor hem de yüreğim serinliyor...
Tuhaf bir duygu bu... Korku ile heyecanın aynı kulvarda amansız koşusu gibi... Hem gülmek hem ağlamak gibi... Yalnız ben değil; sineye çekilmiş isyanlar gibi deniz köpüğüyle boğuşan çakıl taşları da, çaresiz bir girdabın çıkmazında savrulup duruyor...

Gecenin hüzünlü yolları!..

Ben ve denizin tuzunda aşınmış rengarenk taşlar... Oysa bir bakıyorum ki, yalnız değiliz!..
Yolunu şaşırmış bir martı da, yosuna bulanmış kayalıklarda kimsesizliğini yaşıyor... Kim bilir, belki onun da yüreğinin bozkırında bir Harran atı koşuyor!..
Kim bilir, o da dörtnala giden bir sevdanın yelelerine tutunmak istiyor!..
Anlayacağınız; güneş her battığında, karanlığa hapsolmuş bir gece çıkıyor karşımıza!..
Ufuk çizgisi, tıpkı eskimiş bir günün film perdesini indirirken, zaman bir kez daha kısırdöngüye saplanıyor!..
İşte o zaman akşam yalnızca mazlumlaşmıyor, gece de bir günün geride kalmış tüm kirliliğini gizliyor!...
O yüzden deryaya uzanmış bir tuval gibi, karanlık bir tabloya bürünüyor gece...
Bir yıldız kaysa yukarıdan aşağıya, yaşama hançer vurmuş bir fırça gibi ne çizer acaba gecenin hüzünlü yollarına?.. Sabaha diz çökmüş gölgeler aşkına, onlar da acaba güneşi mi arıyor?.. Yoksa, aslında düze çıkamadıkları için onlar da mı ağlıyor!..

Hesapsız akşamın sabahı!..

Evet; karanlık gündüze gebe de, ne saklıyor pusuya yatmış gece?..
Çiçekten suyunu kıskanan; sevdasını yüreğinde gizleyen, denizden mavisini kaçıran gece neyi saklıyor?..
Ben her geceye adım atarken, yalnızca gündüzün hesabını sormam kendime... Geçmişe... ta çocukluğumun rüyalara hapsolmuş gecelerine de giderim...
Korkuyla saklambaç oynadığım karanlık akşamlara inat; artık geceyi daha dost buluyorum kendime... Yok yok öyle değil... Tüm renkleri karartmasından, ışığa toprağa gömmesinden, gürültüyü hapsetmesinden değil!.. Hatta tüm kirliliği buhranında saklamasından da değil!.. İnsan biliyor ya... Her karanlığın sonu aydınlıktır ya?.. İşte o yüzden noter mührüne gereksiz kanıt gibi, yarına ilk adımı mecburen atacak ya gece?..
İnsanın en emin olduğu en gerçek odur işte... Gecenin sonu çaresiz gündüzdür ya?..
İşte bu nedenle geceyi çok seviyorum... Yarını sorgusuz sualsiz, hesapsız kitapsız haber verdiği için!..

Uhde kalmış mısralar!..

İnsan gecenin karanlığında; sessizliğin tül perdesine gizlendiğinde, yüreğinin platolarında ilham perileri de geziye çıkıyor!..
İşte insan o zaman eskiye gidiyor bir beyaz kelebeğin pudralı kanatlarında!..
İnsan duygusallığın pembe duvarlarına tırmanmak için bir peri kızının “kınıfır” kokan saçlarına tutunduğunda, içinde uhde kalmış şu mısraları da gecelerden alıyor: “Bakın şu zalim gecenin kalemime yaptığına... Nereden çıktım ki şu sahil yoluna?.. İlham niye düşer ki bir yıldızın kollarına?..”
Gece böyle romantik ve duygusal konuşturur işte!..
İnsan hem denizin mavisine hem gecenin karanlığına hem de ölmek için sırasını bekleyen yıldızlara baktığında, bırakıveriyor kendini duygunun kehribar yollarına!.. Ve ister istemez rüzgar bir haber getiriyor insana...
Yakamozlar gecenin kulağına küpe, denizin köpükleri şampanya tadında!..

Karanlığa inat aydınlık...

Ve sonunda gece kendi karanlığında uykuya dalarken, yaşam aydınlık penceresini açıyor sabahın kör kızıllığına...
O hüzünlü karanlıklar; gecenin kimsesizliğinde kaybolup gidiyor...
Gece, yıldızlarını boynuna asıp, ay dedeyi bir ayna gibi elinde tutarak sessizce uzaklaşıyor...
Gökyüzünün siyahi tablosunda birer küçük pırlanta gibi duran yıldızlar, yerlerini birbirini kovalayan minik bulutlara bıraktığında sabah oluyor...
Yani sonunda her zamanki gibi gün ağarıyor... Gün aydınlığa ulaşınca, insan sabahın mahmurluğa terk edilmiş serin tenine bir buse kondurmak istiyor...
Kuş cıvıltılarının melodisinde, böcek cıvıltılarının çocuksu keşmekeşinde sıcak ama şaşkın bir buse... Siz uyurken geceyi böyle yazdım işte... Göz kapaklarımla kavga ederek, yorgunluğa isyan ederek...
O gece işte karanlığı da aydınlığı da bir kez daha yaşayarak sorguladım... Önemli olan bu işte... Karanlığa inat aydınlığa sahip çıkmak...
Bunu anladım bir kez daha, gecenin o sahil yollarında...
Siz, karanlığa inat geceyi de sevin ama yaşamın bütün çelişkilerini önümüze seren aydınlık bizim tek dostumuz...
Yani yıldızları kulağınıza küpe yapın ama aydınlığı elinizden de yüreğinizden de sakın bırakmayın!.. (3 Ağustos 2012)

https://twitter.com/FARACYAZIYOR
https://www.facebook.com/mfarac