Daha düne kadar AKP ve Erdoğan’a esip gürleyen Numan Kurtulmuş’un, “Harun gibi gelip Karunlaşmayacağım, Musa gibi gelip Firavunlaşmayacağım” sözlerini kimse unutmadı...
Ancak Kurtulmuş, AKP’ye kapağı atar atmaz “Karun” ve “Firavun” benzetmeleri ile diğer siyasi taarruzlarını unutmuş olmalı ki, o da Atatürk ve cumhuriyeti hedef alma furyasına katılmaktan çekinmedi...
Akla ilk şu geliyor; son taarruzunun içeriğine ve üslubuna bakılırsa, Kurtulmuş da Meclis başkanı olacak laiklik düşmanından feyiz almış olmalı!.. Baksanıza AKP’lilere seslenirken demiş ki Kurtulmuş;
“Biz Türkiye’de 150 yıldır ödünç fikirlerle düşünüyoruz. Kendi değerlerimizden korkardık. Bundan uzaklaşmamız, Osmanlı’ya ait şeyler, gerici, yanlış, bu milletin önünü tıkayan şeylerdi. Elitler tarafından öyle anlatılırdı. Türkiye’nin tahayyül dünyasını onarması en önemli meselesidir. Eskiden merkezde cami vardı. Ancak Osmanlı’dan sonra, Türkiye’de maalesef bir zulüm tarihi oldu.”
Yıllardır gerici çevrelerden yayılan aynı terane, aynı kışkırtma ve aynı yalanlar sürüp gidiyor... Kimse unutmasın ki, AKP zihniyeti içinde sıyrılmaya çalışan kimi bağnazların “cami” - din siyaseti üzerinden Atatürk ve cumhuriyete saldırma furyasına da aklı başında tarihçiler gerekli yanıtı defalarca verdiler...
Ancak ülkeyi harem şatafatından çıkarmayan ve 600 yıl çağ gerisinde bırakan bir zihniyeti savunmak için cumhuriyete saldırmak hastalığından muzdarip olanlar, içinde bulundukları vahameti tarihin hiçbir döneminde gizleyemeyeceklerini de er geç anlayacaklar...
Kuranlar, yıkanlar!..
Çünkü bu ülkede gericiliğin siyasete hakim olmaya başlamasıyla, cumhuriyete yönelik zulmü her anıyla unutturmayan vahametin satır başları bellidir;
Anayasa Mahkemesi gibi yargının zirvesince verilen kararlarla sabittir; Türkiye’de zulüm, laiklik karşıtlarının iktidara gelmesiyle başladı... Cumhuriyete, kurucularına, laikliğe, aydınlanmaya, uygarlığa, demokrasiye, bürokrasiye ve de insan haklarına bir zulümdür bu süreç!..
Kimse kandırmaca siyasetiyle milletin kafasını bulandırmaya kalkışmasın, Kurtuluş Savaşı kahramanı Atatürk ve silah arkadaşlarıyla yüzbinlerce şehidin kemiklerini sızlatanlar yalnızca baskıcı iktidarların değil, karanlık bir zulmün de sahipleridir...
Türkiye’de ulusal kaynaklara, ulusa ve ülkeye yönelik zulüm de, özelleştirme yağmacılığı ve molla-medrese zihniyetinin rant çarkında tur atmasıyla başladı... Bunu da sakın ola kimse unutmasın...
Ve son yıllarda ülkeye yapılan en büyük zulüm demokrasi arayanların kurşunlandığı “Gezi” alanlarında da görüldü!.. Ve tabi ki halkın cebine uzanan ellerin deşifre olduğu 17-25 Aralıklar zulmün zirveye çıktığı dönemler olarak siyaset-güç utancı olarak tarihe kazındı...
Heyhat ki Numan Kurtulmuş da tüm bu zulüm örnekleri ortada dururken ve de rant siyaseti ülkeyi halen kemirirken, cumhuriyet dönemine “zulüm” demekten çekinmemiş...
O halde cevap verin ey Kurtulmuşlar ve yandaşları; En çok da siyasetin kirlettiği bu dünyada, bir eseri yapmak mı zulüm, bozmak mı?.. Söyleyin ey zulüm şaşkınları, bu ülkede enkaza dönmüş bir yapıyı ayağa kaldırmak mı zulüm, çökertmek mi?..
Lafı hiç uzatmayalım; Ey “kindar nesil”, ey rövanş peşindekiler ve ey cumhuriyetin nimetleriyle devletin koltuklarını işgal edenler söyleyin bakalım, cumhuriyeti kurmak mı zulüm, yıkmaya çalışmak mı?..
Ters lale!..
1400 rakımda sisli, karanlık ve çoğu zaman da ne tuhaf ki ürpertici... Türkiye-Irak sınırının son köyüdür orası...
Hakkari’nin Yüksekova’sında... Çevresinde 3 bin metrenin üzerinde rakımıyla Cilo (Buzul) Dağı ve İkiyaka ile Oremar Dağları...
Yüksekova’ya 60, Hakkari merkeze 134 kilometre uzaklıkta orası...
Ne “Dağlıca”ymış be?..
Pusudan çıkamadı, terörden arınamadı bir türlü!.. Neden bizim insanlarımızın yaşadığı Dağlıca kanla değil de sevgiyle anılmıyor, neden oranın insanları da, ülke de bir türlü huzura kavuşamıyor?..
Tam 32 yıldır, yayılma alanı, geçiş noktası, barınma merkezi, tuzak sahası, saldırı tepesi, kaçış güzergahı... Yani PKK’nın her sıkıştığında nefes aldığı bir koridor Dağlıca.
Orada yıllardır yüzlerce kayıp verdi devlet... Son yıllarda 4 şehit, 9 şehit, 16 şehit...
Pusu, taciz ateşi, bombalama, saldırı, kaos ve korku!..
Velhasıl her gün, her ay, her yıl Dağlıca’dan yükselen ateşin yürek yakmadığı, gözyaşı döktürmediği memleket toprağı kalmadı!..
Bitti, tükendi, kesildi, vuruldu, kuşatıldı ve “kontrol altında” derken Dağlıca sanki aşılamayan Everest, sanki Alpler, sanki Kilimanjaro!..
Neymiş bu Dağlıca be?.. Nasıl bir tuzakmış, nasıl bir geçit vermezmiş ve nasıl bir kuşatılmazmış?..
Önceki gün yine Dağlıca, yine saldırı ve ne yazık ki yine 1 şehit, 1 yaralı...
Devletin; siyaset gafletinin kucağında, “açılım”dan isyana, kuşatmadan taarruza ve terörle mücadeleden kenevir tarlası yakmaya kadar geldiği bir süreçte, Dağlıca halen stratejik önemdeyse, oradan halen şehit haberleri geliyorsa, terörün giriş-çıkış, barınma, toplanma, saldırı ve kaçış güzergahında ciddi bir sorun var demektir!..
Anlı şanlı istihbarat, asker, polis, siyaset ve uzman kadroları anladılarsa beri gelsinler; Dağlıca’daki tek “ters”lik dünyada yalnızca orada yetişen “Ters lale” mi?..
https://twitter.com/FARACYAZIYOR
https://www.facebook.com/mfarac