Bu yazının Siyaset ile yakın uzak hiçbir ilgisi yoktur. Sadece insan olmak ve insani hasletler ile ilgilidir.

17 ARALIK’TA BAŞBAKAN’IN DÜĞMESİNE BASILMIŞTI…
 
17 Aralık’ta bir düğmeye basılmış ve ardından müthiş bir ‘Yolsuzluk’ fırtınası esmişti. Bu fırtınayla gelen iddialı tutuklamalar gündemi sarsmıştı. Bu düğmeye basanlar bugünkü yazımızın konusunu oluşturmuyor…
Ben bugün bu tutuklananlardan ‘Bakan Çocuğu’ olanlar ve ‘Babaları’ üzerine yazmak istiyorum. Egemen Bağış’ın bu yazıda yer almamasının tek sebebi tutuklanmış çocuğu olmamasıdır…

İLK AÇIKLAMALAR SENKRONİZE GELDİ…

Zafer Çağlayan ve Muammer Güler’in oğullarının 17 Aralık günü tutuklanarak götürüldüklerini gözlerimizle görmüştük. Çocukları yolsuzluk isnadı ile tutuklanan bu iki babanın ilk tepkileri tam beş gün sonra geldi. İkisi de 22 Aralık tarihinde senkronize olarak sadece birkaç cümlelik, durumu reddeden kısa açıklamalar yaptılar. 3 gün sonra, 25 Aralık sabahı da istifalarını açıkladılar…

17 Aralık’ta tutuklananlardan Erdoğan Bayraktar’ın oğlu ise 21 Aralık’ta serbest bırakılmış, Bayraktar da 25 Aralık günü öğle saatlerinde bir penguen kanalında bağıra çağıra ve üstelik Başbakan’ı da tehdit ederek, gözlerimizin önünde istifa etmişti.

Oysa bu üçlü daha bir akşam önce 24 Aralık’ta Esenboğa’da Başbakan’ın otobüsünün üzerinden, yanlarında Egemen Bağış’ın da bulunduğu ve tarihe geçecek o meşhur ‘pişkinlik’ pozunu vermemişler miydi?
    
1,5 AY SONRA BAŞBAKAN ESKİ BAKANLARIN DÜĞMESİNE BASTI…

1 Şubat’ta ise, yani çocukları yolsuzluk isnadı ile tutuklandıktan tam 1,5 ay sonra bu iki babayı bu sefer yalancıktan(!) kükrerken izledik ekranlarda. Güler, memleketi ve seçim çevresi olan Mardin’de, Çağlayan ise seçim çevresi olan Mersin’de konuştular.

3 Şubat’ta ise Başbakan’la bir görüşme yapan Bayraktar’ın Başbakan ve dava arkadaşlarından özür dileyerek istifasını geri alması gündemi sarstı.  Kılıçdaroğlu bu durum karşısında Bayraktar'ı Karadenizlilerin yüz karası olarak nitelendirdi.

Gelişmeler üzerine CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, Başbakan’ın cevaplaması talebiyle TBMM Başkanlığı'na bir soru önergesi verdi.

Önergesinde konu, Çevre ve Şehircilik önceki Bakanı Erdoğan Bayraktar idi. Tanrıkulu, Bayraktar’ın Başbakan’la yaptığı görüşmeden sonra kendisinden ve dava arkadaşlarından özür dileyerek istifa kararından vazgeçmesinin arkasındaki sebepleri, Yüce Divan’a gönderilmekle tehdit edilip edilmediğini Başbakan’a yazılı olarak sordu.

Başbakan’ın Şubat ayı başında bu üç eski Bakan’ın düğmelerine basarak onları yeniden çalıştırmaya başlamasının sebepleri üzerine de ayrı bir yazı yazılabilir. Delillerin karartılması ve yargı sürecine müdahale için yeterli sürenin kazanılmış olduğu, kamuoyunun soğumasını sağlamak için bu sürenin yeterli olduğu ve benzeri daha birçok tez ileri sürülebilir, ama bunlar da bu yazının konusu değil…

TUTUKLANAN VE/VEYA YAKININDAN NASIL BİR TEPKİ BEKLENİR?

Bugüne kadar kendileri veya yakınları tutuklananları çok gördük, yaşadık… Tutuklu yakınlarının bu durum karşısındaki tepkilerini de… Verilen tepkinin şekli ve derecesi neyle suçlandıklarıyla çok ilgili oluyor genellikle…

Çocukları Gezi Parkı direnişi nedeniyle gözaltına alınan anne ve babalar çocukları içeriden çıkana kadar karakol ve adliye önlerinden ayrılmadılar… Korkmadılar, haklı olduklarını bilmelerinin de verdiği iç huzuru ile yürekli bir şekilde çocuklarının salıverilmesi için dik durarak haklarını aradılar.

Ergenekon ve Balyoz gibi sahte davalarla yıllardır içeride tutulanların yakınları da aynı duygu ve düşüncelerle dimdik durmaya devam ediyor ve başından beri çalmadık kapı bırakmadan hak aramaya devam ediyorlar.

Güler ve Çağlayan, yolsuzluk gibi bir dosyada çocuklarıyla beraber isimlerinin geçmiş olması bir yana, sadece evlatlarının tutuklanmaları üzerine sergiledikleri sessizlikle bile direkt olarak ‘sınıfta kaldılar’. Bayraktar’ın durumu ise daha vahim… Yaptığı ‘U’ dönüşü ile bu konuda da utanmazlığın tarihine geçti bile… Her üçü de süreci izleyenlerin gözünde, olaylar karşısındaki tutumlarıyla ibretlik bir tablo sergilemiş oldular…

BU LEKE ÇIKAR MI?
 
Öncelikle, bu işlere girerken vücutlarının bir yerine birer düğme taktırdıkları gerçeği aleniyet kazanmış oldu. Zira, ilk ikisinin 1,5 ay sonra seçim bölgelerine giderek vızıldaması ve Bayraktar’ın da ilk andaki kükreme taklidinin üstüne daha sonra Huzur’a çıkarak af dilemesinden anlaşıldı ki bu düğmelerin kontrolü Başbakan’dadır. O ne zaman isterse düğmeye basacak ve ne isterse öyle yapılacaktır. Bu gibi konularda, insanı insan yapan ‘evlat sevgisinin’, ‘çocuğum’, ‘biricik evladım’, ‘canım’, ‘aslanım’, ‘koçum’ gibi kavramların bile değeri yoktur, tek gerçek hep beraber ‘Amip’ olmaktır…
 
Daha önceki bir yazımda “Milyonlarca yılda ‘Amip’ten Omurgalı Memeli’ye evrilen insanoğlu, birkaç yıl içerisinde yeniden Amip’e dönüverdi. Hayret bile etmedik… Hayret…” demiştim.

Bir kez daha, dozunu arttırarak tekrar ediyorum ki Amip’ler bile bu durum karşısında isyandadır…

Bu yazının Siyaset ile ilgisi var mı Allah aşkına?