HER İKİSİ de DÜNYANIN EN ESKİ MESLEKLERİDİR

Dün, “Konya’da iflas eden özel hastanenin doktor kadroları 5,6 milyon liraya satışa çıkarıldı” başlıklı haberleri görünce kan beynime sıçradı yine. (HABERİ OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ)
 

Birkaç yıl önce de Diyanet Vakfı’nın Ankara ve İstanbul’daki 29 Mayıs Hastaneleri vakıf tarafından Sağlık Bakanlığına devredilmiş ancak ruhsat ve kadrosu ayrıca ihaleyle satışa çıkarılmıştı. Bu durumun haberlere yansıması üzerine bir gün sonra da bu satış haberiyle ilgili olarak Sağlık Bakanlığı tarafından inandırıcı olmayan bir açıklama yayımlanmıştı.
 

Konya’daki satış haberi üzerine hemen aklıma 25 Ağustos 2014 tarihinde bu konuyla ilgili olarak yazdığım “VESİKALI YÂRİM, VESİKASIZ DOKTORUM…!” başlıklı yazım geldi ve sıcağı sıcağına siz değerli okurlarla bir kez daha paylaşmaya karar verdim. İşte 25 Ağustos 2014 tarihli o yazım;

VESİKALI YÂRİM, VESİKASIZ DOKTORUM…!


Bu yazının katiyen genelev kadınları, genelev işçileri ile bir ilgisi yoktur. Onlara ağır yaşam öykülerinden ötürü sabır ve gerçekten mutlu ve huzurlu olabilecekleri birer gelecek diliyorum.


Bu yazı, birkaç gün önce basında yer alan ‘bir özel hastaneye ait ruhsat ve doktor kadrolarının satılığa çıkarılması’ haberi üzerine kaleme alınmıştır. 


Bahsi geçen hastaneler Diyanet Vakfı’nın Ankara ve İstanbul’daki 29 Mayıs Hastaneleri olup vakıf tarafından Sağlık Bakanlığına devredilmiş ancak ruhsat ve kadrosu ayrıca ihaleyle satışa çıkarılmıştır (HABERİ OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ)


Bir gün sonra bu satış haberiyle ilgili olarak Sağlık Bakanlığı tarafından inandırıcı olmayan bir açıklama yayımlanmıştır (HABERİ OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ)


Bu yazının amacı doktorların içinde bulunduğu kölelik düzenini’ en basit yoldan ortaya koymaktır. Kadro sıfatı altında satılanın aslında ‘kim’ olduğunun altını çizmektir. 


Kölelik düzenine İslam’da da yer yoktur, demokraside de yer yoktur. İlgililerine duyurulur! 


GENELEV’DE ‘VESİKA’ ŞÖYLE…


‘Genel kadınlar ve genelevlerin tâbi olacakları hükümler ve fuhuş yüzünden bulaşan hastalıklarla mücadele tüzüğü(*)’, 30.3.1961 tarih ve 5/984 No.lu Bakanlar Kurulu Kararı’ndan sonra resmî gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.


Tüzükte bir genelevin ruhsatlandırılması için gerekli olan prosedür ve bir kadının ‘Genel Kadın’ olarak tesciline nasıl karar verildiği son derece açık şekilde belirtilmiştir. 


Tüzüğe göre ‘Genel Kadın’ olarak tescil edilmesi söz konusu olan kadınların her biri için bir ‘Sicil Kartonu’ tertip edilip numaralanıyor ve bu kartona kadınların bir fotoğrafı yapıştırılıp adları, soyadları, yaşları, doğdukları, ikamet ettikleri ve fuhuş yapacakları yerler kaydediliyor.


Daha sonra bu kadınların ‘Nüfus Hüviyet Cüzdanları’ makbuz karşılığında alınarak bu kartona ekleniyor ve bu suretle kaydedilen genel kadınların ellerine de sicil kartonunun numarasını gösteren yeni bir ‘Hüviyet Muayene Cüzdanı’ veriliyor. Bundan sonraki ‘Çalışma Hayatı’ bu ‘Vesika’ üzerinden sürdürülüyor. Yani her bir kadın ‘kendi çalışma karnesine’, deyim yerindeyse ‘kendi taksi plakasına’, yani kendi kadrosuna’ sahip oluyor.


Tabii bu noktada şunu belirtmek isterim ki, nüfus cüzdanının elinden alınması koşuluyla kadına vesika verilmesi, çağdışı, insanlık dışı bir uygulamadır. 2010 yılında nüfus cüzdanını alıkoymamak üzere bazı çalışmalar yapılmıştı ancak gerçekleşti mi bilemiyorum. Bir kıyaslama unsuru olarak bu konudan bahsetmemin sebebi de ironiktir ve sanırım ki malumunuzdur…


Aynı tüzüğün 61. Maddesi de ‘Genel evlere kendi rızasiyle giren ve orada fuhuş yapan bir kadının, diğer bir genel eve geçmek veya islahıhal eylemek üzere oturduğu genelevi terketmek istemesi halinde her hangi bir vaad veya mecburiyet veya borçla bağlı bulunmuş olsa dahi, arzusuna aykırı orada alıkonulduğu anlaşılırsa, kadının kimlik ve sanatına ait belgeleriyle birlikte derhal çıkması sağlanır’ diyerek kadın lehine bu ‘kadro’nun ‘yer değiştirme’, ‘transfer’, ‘işi bırakma’ yol haritasını belirliyor.


SAĞLIKTA VESİKA’ NASIL?


Yeni bir ‘Sağlık Kurum ve Kuruluşu’ açmanın da aynen ‘Genelev’ açmak gibi standart prosedürü var. Resmî veya özel, bütün sağlık kuruluşları için izin vermeye yetkili tek kurum ‘Sağlık Bakanlığı’.


Bu yetki münasebetiyle mevcudiyetine ihtiyaç duyulan ‘sağlık kurum ve kuruluşları’nın açılış prosedürleri ile bunlara ait ‘sağlık insan gücü’, ‘tıbbi hizmet birim ve nitelikleri’ ile ‘teknolojik tıbbî cihaz donanımı ve dağılımı’ konularında ister kamu, ister özel sektörde olsun, sadece Sağlık Bakanlığı tarafından planlama yapılabiliyor.


İşin kurumsal boyutu ile ilgili düşündüklerimi sizlerle bir başka yazıda paylaşacağım.


Şimdi yönümü, asıl anlatmak istediğim çetrefilli duruma, yani sağlığın lokomotifi olan ‘insan faktörü’ ‘doktorlara’ çeviriyorum. 


Madem ki konumuz doktor… 


Nerede veya kimin elinde bu doktorun ‘Kadro’su, ‘Çalışma izni’, ‘Vesika’sı…!? 


Doktorların, şahıslarına ait böyle bir ‘Kadro’su, ‘Çalışma izni’ veya ‘Vesika’sı olmadığını biliyor muydunuz?


Daha ağırını söyleyeyim…


Doktorların, şahıslarına ait olması gereken ‘Kadro’, ‘Çalışma izni’ veya ‘Vesika’nın, adeta ‘kölelik düzeni’ni çağrıştıracak bir uygulamayla onun 'patronunun eline verildiğini' biliyor muydunuz? 


Resmi veya özel bütün sağlık kuruluşları için kadro almak sadece Sağlık Bakanlığı’nın iznine tâbi. Kurumunuz sizin çalışacağınız kadro için Bakanlığa istek yapıyor. Bu istek, Bakanlığın (sözde) ‘sağlık işgücü planlaması’ adı altında yürüttüğü programa uygunsa kadro hastaneye veriliyor ve prosedür tamamlandıktan sonra da çalışmaya başlayabiliyorsunuz.


Herhangi bir sebeple işten ayrıldığınız zaman ise kadronuzu arkanızda bırakarak çıkıyorsunuz. Sizin için açılmış olan kadroda bir başka meslekdaşınız çalışmaya başlıyor. Siz ise boşta kadrosu olan başka bir hastane aramaya başlıyorsunuz. Şansınız varsa aynı il sınırları içinde, yoksa komşu illerde, o da yoksa ‘nerede bulursanız orada’…


Sistem, kadronuzu elinize verip sizin ona sahip olmanız için değil, kadronuzun patronların elinde tutulması ve sizin dize getirilmeniz üzere kurulup planlanmış.


‘Hiçbir şey sonsuz değildir’, en büyük kederler bile…


‘Her keder daima kurtuluşla sona erer’ diyerek vedalaşıyorum, ‘Vesikasız Doktor’ sıfatımla…


İnternet ortamında çok da dolaşan ve muhtemelen birçoğunuzun bildiği ironik bir kıyaslamayla son vermek istiyorum yazıma…


İşte Fahişelik ve Doktorluğun ortak paydaları;

  • Her ikisi de dünyanın en eski meslekleridir.
  • Her ikisi için de ‘Allah muhtaç etmesin ama yokluklarını da göstermesin’ denir.
  • İkisinin de aldığı ücrete ‘vizite ücreti’ denir.
  • Eğer özel sektörde çalışıyorlarsa ne âlâ, toplumda her ikisinin de saygınlığı yüksek olur; ama eğer kamu sektöründe iseler halleri perişandır. (Bu, artık değişti; her şekilde haller perişan)
  • Sosyetik olanları daima el üstünde tutulur; sık sık televizyonlarda, basında boy gösterirler.
  • Her ikisinin de çalışma saatleri düzenli değildir. Ne zaman çağırılırsa o zaman gitmek zorundadırlar.
  • Her ikisi de müşterilerini seçme şansına sahip değildir. Ancak müşterileri onları seçebilir.
  • Muameleleri iyi olmak zorundadır, müşteri memnun kalmazsa bir daha gelmez.
  • Her ikisi de otobüste, trende vs. yolculuk yaparken yanlarında oturan kişiye mesleklerinin ne olduğunu söylemekten çekinirler. Aksi takdirde yanlarındaki kişi kendilerinden yararlanmaya kalkışabilir.
  • Mesleklerini sevmeseler de bir kere başladılar mı artık geriye dönüş yoktur.
  • Her ikisi de çocuklarını en iyi okullarda okuturlar kendileri gibi olmasınlar diye…
  • Her iki meslek için de geçerli olan düstur ’Ne olacaksan ol ama en iyisi ol’ şeklinde özetlenebilir.
  • Her ikisinin de en büyük hayali, bol para kazanıp, en kısa zamanda bu meslekten kurtulmak ve normal insanlar gibi bir yaşam sürebilmektir.
  • Antik şehirlerden günümüze kadar genelde iki yapı ayakta kalmıştır… Şifahane ve kerhane; çünkü ikisi de yıkılmasın diye çok sağlam yapılmışlardır.

https://twitter.com/drtayfunbudak

https://www.facebook.com/tayfun.budak.790