İTİLİR-KAKILIR, DÖVÜLÜR, ÖLDÜRÜLÜRÜZ… OLSUN, BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN!..

Biz taksi miyiz, sermaye mi?

Aynen bir sarı taksi gibiyiz. Mercedes, BMW falan değiliz. Doğan görünümlü Şahin olduğumuzu ise kolaylıkla söyleyebiliriz. Her yanımız sallanıyor, motorumuz tekliyor ancak yine de her hava ve yol koşulunda hoyratça her yöne doğru sürülüyoruz. Sadece plakamız kıymetli bizim, o da bizim değil, patronun...

İşte aynen böyleyiz. Kamuda çalışıyorsak plakamızın sahibi devlet, özel hastanede çalışıyorsak da patron. İkisi de patron… İkisi de insafsızlar üstelik…

Eğer patronun canı bizi hurdaya çıkartmak isterse, kolay… Plakamız onda ya, atıveriyor kenara, yerimize bir başka Doğan görünümlü Şahin…

Bunu yolcu da görüyor, anlıyor tabii… O da hoyratça kullanıyor… Kimi koltuğumuzu yırtıyor, kimi de sümüklü mendilini koltuğumuza bırakıyor… Tekmelemeden inerse şükrediyoruz…

Anlaşılmadıysa bir de şöyle anlatayım…

İstanbul’da çalışan bir genelev kadını düşünün. Bu kadın diyelim ki başka bir şehre giderek yerleşmek ve orada çalışmak istiyor. Bu mesleği merdiven altında değil de devletin yasa ve tüzüklerine uyarak icra ettiğini varsaydığımız bu kadın için şöyle bir yol haritası çizmiş devlet;

Tüzük gereği valilikçe düzenlenmiş bir “sicil kartonu” bulunan ve kendisine bu kartona bağlı “Hüviyet Muayene Cüzdanı” verilmiş olan kadının elindeki bu belge artık onun çalışma belgesi veya taksi örneğindeki taksi plakasıdır, yani onun serveti, sigortasıdır. Bu belge ile gittiği şehrin mülki amirine başvurarak orada çalışmaya başlayabilir.

Oysa biz doktorların da şahsımıza ait olması gereken “Kadro”, “Çalışma izni” veya “Vesika”mız, adeta “kölelik düzeni”ni çağrıştıracak bir uygulamayla patronun eline verilmiş ve akıbetimiz de onun insafına bırakılmıştır.

Herhangi bir sebeple işten ayrılan bir doktor kadrosunu arkasında bırakır zira o kadro onun şahsına ait değil branşa aittir ve tasarrufu da patrona teslim edilmiştir. Ayrılan doktorun kadrosuna patron “sanki alçak dağları o yaratmış edasıyla” yaptığı mülakat neticesinde adeta karpuz seçer gibi seçtiği bir başka doktoru işe alır. Bu arada işten ayrılmış olan doktor da şansı varsa aynı il sınırları içinde, yoksa komşu illerde, o da yoksa ‘nerede bulursa orada’, bir başka patron kendisini seçsin diye yüzeyini parlatır.

“Sağlıkta dönüşüm”müş!..

AKP hükûmeti uygulamaya koyduğu Sağlıkta Dönüşüm Programı ile kamu hastanelerinin yapısını değiştirdi, sistemi alt-üst etti. 2007 yılında TBMM’ne “Kamu Hastane Birlikleri Pilot Uygulaması Hakkında Kanun Tasarısı” sundular. Bu tasarı 2011 yılına kadar TBMM’nde bekletildi. 2011 Kasım ayında ise 663 sayılı kanun hükmünde kararname ile “Kamu Hastane Birlikleri ve Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu” hayata geçirildi. İl sağlık müdürlüklerinin tasarrufundan çıkartılarak idari ve mali açıdan özerklik kazandırılan bu kurumun amacı “daha iyi, daha etkili ve daha verimli bir hizmet sunmak” idi.

Bundan sadece 6 yıl sonra ise, Ağustos 2017 tarihinde, Kamu Hastane Birlikleri 694 sayılı KHK ile kaldırıldı. Böylelikle 6 yıl önce verilen idari ve mali özerklik de yeniden bakanlık bünyesine bağlanmakla sona erdirilmiş oldu. Yani sistemin “daha iyi, daha etkili ve daha verimli hizmet sunmadığı” bizzat iktidar tarafından kabul edilmiş oldu. Her şeyde yaptıkları gibi bir kez daha boz-yap oynadılar yani…

Bu süreç içerisinde kurumların, hastanelerin başına getirdikleri idarecilere tüm sağlık çalışanlarının sosyal medya hesaplarını bile takip ettirerek, bırakın iktidarın uygulamaları hakkında muhalif sesler çıkmasını, “like-beğen” butonuna basarak gösterilecek pasif bir tepkiye bile tehdit yolu ile engel oldular. Doktorlar sustu, sosyal medyadan çekildi ya da sahte hesaplar açmak zorunda kaldı.

Şeklen bakıldığında Sağlıkta Dönüşüm Programı ile vatandaşın gözünde gerçekleştirilen ilizyon, tüm hastanelerin tek çatı altında toplanması münasebetiyle “SSK-Devlet Hastanesi” ayrımı yapılmaksızın herkesin her hastaneye başvurabilmesi, randevu alabilen hastanın sırasını bilerek muayene olabilmesidir. Randevu ile muayene olabilmenin büyüsü o denli göz kamaştırıcıdır ki, randevunun 2-3 ay sonraya alınmış olması gerçeği bir türlü fark edilememektedir. Bütün bunlar halkın gözünü boyayarak oy’a dönüştürülebilmiştir.

Bu programla, eğer bir emekli muayene için birinci basamak sağlık kuruluşunu atlayarak hastaneye başvurmuş ise emekli maaşından muayene payı kesilmeye başlanmış ancak maaşından kesildiği için bunu fark bile etmemiştir. Reçete yazılan emeklinin maaşından ilaç katılım payı da otomatik olarak kesilmeye başlanmış ancak cebinden peşin ödeme yapmayan hasta bunu da fark etmemiştir. İşte ilizyon budur. İlizyonistin de kim olduğu malumdur.

İlizyonistin bunu yaparken yürürlüğe soktuğu performans sistemi ise tıp biliminin etik değerlerine adeta balta vuran bir uygulama olmuştur. Bu uygulamayla “ciro” kelimesi tıbbın bir utanç vesilesi olarak sisteme girmiştir. Doktorlar daha az riskli işleri daha fazla sayıda yaparak performanslarını ve dolayısıyla birbirleri ile de yarışarak cirolarını arttırmaya çalışırken maalesef halk bunları henüz fark edememektedir.

İlizyonun asıl sırrı tıp mesleğinin kutsallığında gizlidir. Dünya üzerinde her yerde içinden en az ahlaksızın çıktığı meslek grubu sağlıkçılardır. Zira bu mesleğin sevmeden ve özverisiz icrası mümkün değildir. İnsanların kendi vücutlarından çıkartırken bile midelerinin bulandığı, içlerinin kalktığı vücut atıklarıyla uğraşmaktadır onlar, tiksinmeden, iğrenmeden. Mesai, fazla mesai diye bir kavramları yoktur. Öğlen 12.00-13.00 arası yemek tatilleri yoktur, dükkanı kapatamazlar. Onlar asistandan profesöre nöbetlerinde gazete kağıdı örtülü masalarda kahvaltı eder, öyle girerler ameliyatlara. Üzerine yattıkları ve herkesin omurgasına göre şekil alan kanepelerde tek gözleri açık dinlenebilirler birkaç saat o da şansları varsa.

Mesleğin kutsallığını ve bu meslek mensuplarının etik değerlere azami bağlılığını iyi bilen iktidar bu gerçeği onların aleyhine hoyratça kullanmış, itilip kakılmalarına, dövülmelerine ve hatta öldürülmelerine neden olmuştur.

Doktorlar mutsuzdur…

Doktorlar neden susar?..

Evet, doktorlar mutsuzdur gerçekten…

Polisine “memur bey-memure hanım”, adliyede “savcı bey-savcı hanım, hakim bey-hakime hanım” diyen bir “zat”, miting konuşması sırasında fenalaşan izleyicisine yardım etmesi için mikrofonundan “doktorrr, sağ ön tarafta hasta, oraya git” diye bağırırsa, sağlıkla ilgili yaptığı her üç konuşmanın ikisinde doktoru hedef gösterirse olacağı budur.

İtilir-kakılır, dövülür, öldürülürüz…

Evet, doktorlar mutsuzdur gerçekten… Ve suskundur…

Kamu hastanelerinde çalışan doktorlar suskundur…

Özel hastanelerde çalışan doktorlar suskundur…

İşyeri hekimleri suskundur…

Muayenehane hekimleri zaten parmakla sayılıyor, suskundur…

Hemşiresi, personeli, doktoru, kısacası sektörün emek gücü suskundur…

Arada bir çıkan cılız sesleri sesten saymadığım sanırım anlaşılmıştır…

Bu kadar suskunluğa bayram hak edilmekte midir?

Olsun… 14 Mart Tıp Bayramımız kutlu olsun…

Susmayalım artık…

https://twitter.com/drtayfunbudak

https://www.facebook.com/tayfun.budak.790