ÇARE; KURULUŞ AYARLARINA GERİ DÖNMEKTEDİR
Yarın, seçmen olarak sandık başına gidecek olan sokaktaki adamın sakinliği, yol ve meydanların sessizliği çok doğru bir anlaşmayla kaldırılan parti bayraklarının çevre kirliliği yaratan ilkel ve çirkin görüntüsünün olmayışı, gazete ve televizyonlardaki programlar ile tüm ülkenin heyecandan uzak havası dikkate alındığında dışarıdan bakan bir insanın Türkiye’nin 20 gün sonra seçime gideceğine inanması çok zordur. O kadar ki yılların alışkanlığıyla abartılı ve gürültülü seçim dönemleri geçiren ülkemizin kaderini son derece yakından ilgilendiren ve etkileyen bir genel seçim yapılacak olmasına karşın, yurttaşların buna ilgisiz kaldıkları izlenimi veren davranışlarının; bu seçimde de sonucun çok kısa bir süre önce yapılandan farklı olmayacağına dair yaygın bir kanıdan kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
Anayasamızda “Başkanlık Sistemi” kurulmak suretiyle bir kişinin egemenliğine ve adeta buyurganlığına dayalı olacak etkin ve köklü bir değişiklik yapılması istemiyle yenilendiği anlaşılan 1 Kasım seçimlerinin gereksizliği yanında getirdiği idari, sosyal ve mali yüklerin de bu bezginlikte büyük rolü olduğu tartışmasızdır.
Güçlü bir adamın egemenliği için Türk siyaseti ile oynanmakta ve kuruluşundan bu yana -velev ki bazen hataları olsa bile- kurum ve kurallarıyla oturmuş olan parlamenter sistem -onu çalıştıranlarca bizzat yıpratılmış olmasına karşın- kötü gösterilmeye çalışılarak değiştirilmek istenmektedir.
Bilinen klasik örneğini yinelemek gerekirse; o da son derece etkin bir denetim sistemi kurup uyguladığı için ABD dışında başarılı olamamış ve özellikle bunu deneyen Orta ve Güney Amerika ülkelerinde diktatörlüklere yol açmış ve kıta Avrupa’sında “yarı başkanlık” sistemi diyebileceğimiz bir şekilde ve sadece Fransa’da uygulanan bu sistemin ülkemize getirilmesinde ısrar edilmesi, bunun politik bir tercihten ziyade bireysel bir dayatma olduğu izlenimi vermektedir.
Unutulmamalıdır ki, hiçbir siyasal sistem uygulandığı ülkelerde her şeyi düzelten ve değiştiren sihirli değnek değildir. Kaldı ki sistemler de bireylere göre kurulup değiştirilmez.
1215’te imzalanmış Magna Carta’dan bu yana bütün ülkeler anayasalarla idare edilirler. Bugün için en uygulanabilir sistemin demokratik parlamenter sistem olduğu halen bu sistemi uygulayan ülkelerce kabul edilmektedir. Hele ki ülkemiz gibi; kısa bir dönemini hariç tutarsak asırlar boyu mutlak monarşiyle yönetilmiş ve buna alışık toplum yapısına sahip bir ülkede başkanlık sistemi kesinlikle diktatörlüğe dönüşür.
Yakın siyasi tarihimize bakıldığında başkanlığı tartışma götürmeyecek tek lider olan Yüce Atatürk bile bunun doğuracağı olumsuz sonuçları görerek tüm ısrarlara karşın demokratik sistemi tercih edip döneminin koşulları içinde gerçekleştirmeye çalışmıştır. Onun benimsemediği bir sistemi bugün eski bir parti liderinin kişiliğinde gerçekleştirmeye çalışmak bize pek doğru gözükmemektedir. Bunun anlaşılamayan başka bir yönü de; başkanlık sistemini parlamenter yapının koşulları içinde seçilip TBMM’ye gelmiş bir partin mensuplarınca da adeta kişisel sorun haline getirilip istenmiş olmasıdır.
Dış siyasette (0) sorun politikasıyla yola çıkıp başta sınır komşuları olmak üzere pek çok ülkeyle barışık ve dost olmayı beceremeyip bazılarıyla silahlı çatışmaya dahi giren, ekonomisinde; geçen seçimde muhalefeti, mali vaatlerinde kaynak bulamayacağı gerekçesiyle suçlayıp 1 Kasım seçimlerine giderken aynı vaatlere sarılan, seçimdeki propaganda şarkısını bile dinsel motifli yapan ve çok uzun süre iktidarda olmasına rağmen yapmadıklarının hesabını vereceği yerde bunları yapacağını vaat ile seçim propagandası yapabilen, özellikle orta eğitim sistemini dinsel temalı eğitim veren İmam- Hatip Okullarına endeksli hale getiren, başta HSYK olmak üzere tüm hukuk sistemini alt- üst eden, kendi getirdiği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru olanağını dahi kaldırmayı düşünen, Yüksek mahkemelerin oluşmasında ve buralarda görev yapacak yargıçların atanmasında yasama organının etkinliğini arttırmayı planlayan, bir dargın bir barışık politikasıyla Kürt sorununu içinden çıkılmaz hale getirip son günlerde yoğunlaşan terör olaylarını engelleyemeyerek kamusal düzenin bu yönden de ciddi biçimde bozulmasına neden olan bir siyasi partinin kendi yorgunluğunu ve yıpranmışlığını önce ve bizzat görmesi ve kendisine çeki düzen verip yenilenmesi gerekmez mi?
1 Kasım seçimleri bir öncekinden farklı sonuçlar getirmeyecek olsa bile ülkemiz ciddi bir sosyal çalkantının içine girecek izlenimi vermektedir.
Ekonomide kırmızı çizgiler daha da net biçimde ortaya çıkmaya başlamış ve dış sorunlar büyümüş ve çözülmeleri çok zor hale gelmiştir. Bunun içindir ki Parlamento aritmetiği nasıl şekillenirse şekillensin siyasi partiler her türlü peşin hükümden uzaklaşıp güçlü bir yürütme organı oluşturmaya çalışmalıdırlar.
Tek parti iktidarı parlamenter sistemin olmazsa olmazı değildir. Günümüzde pek çok ülkede karma(koalisyon) hükümet biçimi uygulanmaktadır. İşte onun içindir ki bütün siyasi partiler ve mensupları hiçbir maceraya girmeden gerekiyorsa eksikliklerini tamamlayıp yanlışlarını düzelterek günümüz demokratik koşullarına uygun hale getirecekleri yeni bir anayasa ve hukuk sistemiyle kendilerini bağlamalıdırlar.
Bireysel siyasi istekler değil kurumsal siyasi gereksinimler ön plana çıkarılıp karşılanmalı ve Türk siyasi hareketi ucu açık ve sonucu belirsiz yollara sokulmayıp ülkemiz anayasal düzeni kesinlikle siyasetin karanlık laboratuvarlarında deney aracı yapılmamalıdır.
Çıkış yolunu; yürütme organını şu veya bu şekilde oluşturmakta, yasamaya anayasal etkinlik kazandırmakta, yargıya da esasen hakkettiği onurlu ve tarafsız yeri vermekte olduğu kadar ve belki de bunlardan çok “..CUMHURİYETİN İLK YILLARINDAKİ KURULUŞ AYARLARINA – onlardan gerekenleri günümüz koşullarına uygun hale getirdikten sonra - GERİ DÖNÜŞTE..” aramak inanın çok doğru olur.
https://www.facebook.com/onder.ozturel