ŞU BİZİM % 50 VAR YA!..
16 Nisan 2017 referandumu (Halk oylaması) Türkiye’nin siyasal yapılanmasını çok köklü bir biçimde değiştirmiştir. Siyasal hukuk açısından bakıldığında bu yeni rejimin “Başkanlık Sistemi” gibi görünse de bilimsel olarak pek o tanıma girmediği ve “kendine özgü” bir nitelik taşıdığı anlaşılmaktadır. Ne var ki yazının konusu bu yeni siyasal yapılanma değildir.
Bilindiği gibi Referandum (Halk oylaması) anayasa değişikliği; yasaların kabulü veya önemli devlet meselelerinde halkın yapılacak değişikliklere karşı iradesini belirlemek amacıyla yapılan oylamadır. Bunlar doğal olarak iktidarlarca düzenlendiklerinden, yetkililer oylamanın “Evet” geçmesi için her türlü siyasi baskıyı, propagandayı ve diğer etkinlikleri yapmaktan kaçınmazlar ve her türlü olanaktan da yararlanırlar. Nitekim bizde de aynen böyle olmuştur.
Tarihte en çok bilinen, yakından izlenen ve etkileri tüm Dünya’ya yansıyan halk oylamalarından biri de Fransa’daki 5.Cumhuriyet Anayasa’sının kabulü ile ilgili olanıdır. Beşinci Cumhuriyet: 1958 yılında De Gaulle öncülüğünde başlatılan anayasa değişikliğinin adıdır. Dördüncü Cumhuriyet'in istikrarsız hükümetlerinin ve güçlü fakat çok partili yasama organının Fransa'nın yönetilmesini zorlaştırdığı düşüncesiyle hareket ederek, bir ulusal askeri kahraman olan General Charles de Gaulle'ün liderliğinde kurulmuştur. Bu tarihi kahraman asker ve kurt politikacı, 28 Eylül 1958 günü yapılan ve %79 gibi çok büyük bir çoğunlukla “Oui – evet” geçen halk oylamasından sonra seçildiği başkanlık koltuğuna Paris yakınlarındaki Colombey-les-Deux-Églises‘deki evinden adeta elini kolunu sallayarak gelip oturmuştur. Siyasal rejimlerimiz arasındaki yüzeysel ve kısmı benzerlikleri göz önüne alarak diyoruz ki özellikle siyasal yapılarda değişikliklere yol açan halk oylamalarının sonuçları ancak bizde olduğu gibi bıçak sırtında değilFransa’da olduğu gibi büyük bir çoğunluğun “Evet” demesiyle benimsenmelidir. Hele ki siyasal rejimin yapısında köklü değişikliklere gidilmesi için halk oylamasına başvurulan hallerde sonuç neredeyse % 50 - % 50 çıkarsa ortada çok ciddi bir güven sorunu var demektir. Anayasalar “Toplum Sözleşmeleri”dirler ve ülkedeki yurttaşlar bu sözleşme hükümlerine uygun yaşama istek ve iradelerini böylece beyan ederler. Bu sözleşme hükümlerini benimseyip imzalayan yurttaşların sayısı ne kadar fazla olursa bu metin daha bir ”güven verici, inandırıcı ve uygulanabilir”olur. Yurttaşlardan yarısının benimseyip kabul ettiği diğer yarısının ise reddettiği bir Anayasa değişikliği hukuken (Matematiksel olarak) elbette geçerlidir ama insafla söyleyin ne derece sağlıklıdır?
Hal böyleyken sayın Deniz Baykal daha bu günden gelecekteki Cumhurbaşkanı seçimleri için aday aramaya (veya olabileceğinin işaretlerini vermeye) başlamıştır bile… Seslendiği hedef kitle ise Anayasa değişikliği için yapılan halk oylamasında “Hayır” diyen, geldikleri veya yaşadıkları sosyal katmanları,amaçları, siyasal düşünce ve kanaatleri, inançları ve nitelikleri çok farklı “Suıgeneris–kendine özgü yapıda” ve çok değişik nedenlerle -o da sadece oylama bazında- ve geçici olarak bir araya gelmiş 50’lik bir kesimdir. Bunlar, bir siyasal düşünce şemsiyesi altında toplanıp siyasal bir parti gibi organize olmuş ve bir disiplin içinde hareket eden kişiler de değildirler. %50’nin içinde bu niteliği taşıyanların sadece CHP’li veya onun görüşlerini benimseyen yurttaşlardan oluştuğu düşünülürse geri kalanların ortak noktalarını bulmak mümkün değildir. Oylamada bu kesimdeki ulusalcı, sosyal demokrat, ılımlı İslam, etnik ayrımcı, tutucu, komünist, faşist gibi çok değişik düşünce ve kanaatte olanlar yanında ve özellikle belirgin bir görüşe veya kişiye olan antipatinin de çok etkili olduğunu söylemek zor değildir. Peki! Baykal bu birbirinden çok farklı görüş ve kanaatte olanları hangi ortak paydada buluşturup-kendi deyimiyle- “Çatı aday” etrafında birleşip uzlaştıracaktır? Ortak payda ne olacaktır? Bir ulusalcı ile bir etnik ayrımcı aynı isim üzerinde nasıl anlaşacaklardır? Böyle üstün nitelikli bir liderin varlığı –en azından tarafımızca- bugünden bilinmediğine göre bu zorluğun üstesinden kendisinin gelebileceğini ima ediyorsa bu onun kendi narsizmidir ve konumuz dışıdır. Sayın Baykal çok yakın bir geçmişte benzeri yaşanan bir “Çatı aday” skandalını unutmuş olmalıdır ki isim bile söyleyebilmektedir.Bu siyasal kafa yapısı 1960’ların ürünüdür ve son kullanma tarihi dolmuştur. Sayın Baykal’ın, artık grup toplantılarında yanında, önünde, arkasında oturan torunu yaşındaki milletvekillerinin davranışlarını izleme ve de seslerini dinleme vakti gelmiş olmalıdır.
Ne gariptir ki “İnsanlar Dünya’yı değiştirmeyi hayal ederler ama kendilerini değiştirmek akıllarına bile gelmez” Hele bu saatten sonra… Ne diyelim; ”Ey akıl! ve anlayış (İz’an) geldiysen kapıya 3 defa vur…”
https://www.facebook.com/onder.ozturel