DIŞKIYI KUTSAYAN VİCDANSIZ!..

1975-80 döneminde, bu ülkede yaklaşık 5 bin 500 insan terör olaylarının kurbanı oldu...

Bilim insanları, siyasetçiler, sendika liderleri, gazeteciler suikastlara kurban gitti... Gencecik, pırıl pırıl çocuklar, kızlar daha hayata bile başlayamadan kurşunların, bombaların hedefi oldular... İş o raddeye geldi ki; 12 Eylül darbesi olduğunda, kendisinin ve çocuklarının can derdine düşen halk, bu darbeyi sevinç gösterileriyle kutladı!. 

Başlarına ne büyük bir bela sarıldığını, her şeyin nasıl organize bir şekilde geliştiğini, ülkenin nasıl bir plan dahilinde o noktaya sürüklendiğini, nasıl bir karabasandan geçeceklerini, sonraki 30 yıl içinde aşama aşama, yaşayarak göreceklerdi!..

Örneğin, halkımız “Bayrak Harekatı” adı verilen askeri darbenin aslında 1977 yılı için planlandığını, ancak birilerinin darbecilere “biraz daha olgunlaşsın” öğüdü verdiğini, bu öğüt nedeniyle 12 Eylül darbesinin yapıldığı 1980 yılına dek 3 binden fazla masum insanın can verdiği, Taksim, Sivas, Çorum, Kahramanmaraş katliamlarının gerçekleştiğini, çok sonraları, o dönem aktif görevde olan Orgeneral Bedrettin Demirel’in anılarından öğrenecekti!..

Örneğin, darbenin yapıldığı gece, New York Broadway’de bir müzikal izleyen ABD Başkanı Jimmy Carter’ın, “Karanlıklar Prensi” lakabını taşıyan Richard Perle, tarafından bilgilendirildiğini, Türkiye’de ne olduğunu şu sözlerle aktardığını da çok sonraları, namuslu bir kaç gazetecinin sayesinde öğrenecekti:

-Our boys have done it!.. Bizim çocuklar(oğlanlar) yaptı(başardı!..)

Örneğin, halkımızın bir bölümü, binlerce insanın alçakça katledilmesiyle geçen 5 yılın, 12 Eylül gecesi gecede nasıl olup da bıçak gibi kesildiğinin, ülkenin doğusunda solcu, batısında sağcı kılığına bürünen provokatörlerin, olayları nasıl tetiklediğinin belgeleriyle, fotoğraflarıyla ortaya dökülmesiyle farkına varabileceklerdi... Önemli bir bölümü de girdiği kış uykusuna devam edecekti tabii!..

Aynı halk, 1982 anayasasına da yüzde 92 küsurluk desteği de yaşadığı korku ve “kurtulduk” yanılsamasıyla verecekti...

-Halbuki asıl büyük kabus yani başlıyordu!..

Darbenin alçakça sonuçları...

Benim “Karşı Devrim” sıfatını benimsediğim darbe sonrası, Kenan Evren liderliğindeki Cunta, 3 yılı aşkın süre, ülkeyi çelik bağlarla ABD’ye bağlayacak şekilde yönetti... Satır başlarıyla bakalım:

-Resmi rakamlarla, 657 bin kişi işkencelerden geçirildi... On binlerce kişi hapishanelerde çürütüldü... Milyonlarca kişi, milyonlarca kitabını yaktı ya da gömdü... Ülkenin siyasi yaşamı tamamen değiştirildi. Batı’nın istediği şekilde yeniden dizayn edildi. Türkiye’deki imamların maaşlarını Evren ve zamanın asker emeklisi Başbakanı Bülent Ulusu’nun imzalarıyla Suudi Rabıta örgütü tarafından ödendiği Uğur Mumcu tarafından ortaya çıkarıldı... Ülke insanı gayet bilinçli bir şekilde depolitize edildi. O insanlar kendi çocuklarını da apolitik yetiştirmek için elinden geleni yaptı!.. 

-Tekrar çok partili hayata geçiş sıralarında, Milliyetçi Demokrasi Partisi’nin Genel Başkanı, Emekli orgeneral Turgut Sunalp’le yaptığım bir röportajda, “işkencelerde genç kızlara copla tecavüz edildiği iddiaları var” soruma karşılık Sunalp’in, “Copa ne gerek var, aslan gibi çocuklar var” yanıtı, bomba tesiri yapmış, nihayet bir bölüm insan, nasıl bir “dönüşüme” uğratıldığımızı, ne tür alçakça bir cendereden geçirildiğimizi kavramaya başlamıştı!..

-Diyarbakır ve Ankara Cezaevlerinde, insanlık dışı işkencelerin yapıldığını, hem cezaevlerinde hem boşaltılan köylerde insanlara kendi dışkılarının yedirildiğini de adeta şoka girerek, çok sonraları öğrenebilmiştik!..

-İşte o dönem, korunup kollanan dinci ideolojinin, bugün ülkeyi teslim almasının önünü açtı!.. 

Bir jeologun hezeyanları!..

Daha anlatacak çok şey var ancak bu özet sanırım yeterli...

Pekii, ben bunları niçin anlattım?. Prof. sıfatlı jeolog Celal Şengör, Radikal’den Armağan Çağlayan’a öyle açıklamalar yaptı ki; midem bulandı, insanlığımdan utandım, bu muhterem adına yerin dibine girdim de ondan...

Kenan Evren adındaki, bir kukla olduğu ispatlanmış cuntacının yaptığı her şeyi, istisnasız onayladığını söyleyen bu “adam”, 12 Eylül’ün bir “devrim olduğunu”, cahillerin demokrasisine karşı olduğunu, İsviçre’de demokrasiye evet diyebileceğini, ancak Türkiye gibi toplumların oligarşi ile yani küçük bir grubun dilediği gibi yöneteceği bir yönetim şeklini benimsediğini açıkladı... 1972’de üç gencecik fidanın, TBMM’de “üç bizden, üç onlardan” hezeyanıyla, sağcı çoğunluk tarafından ipe gönderildiğini bilmiyormuş gibi “ben bu memlekette Deniz Gezmiş gibi bir eşkıyaya kahraman denildiğini gördüm, yuh be!” diyebilecek kadar insan suretinden uzaklaşmış bir zavallıdır sözünü ettiğim tip...

Bu hastalıklı kafa kendini o denli kaybetmiş ki; insanlara dışkı yedirmekle ilgili sözleri, nasıl bir “Mankurt” ile aynı havayı soluduğumuzu belgelemesi adına çok önemli:

“...Bir kere insana dışkısını yedirmek işkence değil, ben bal gibi yerim!.. Niye biliyor musun?. Ben bunların yendiğini gördüm... San Diego Hayvanat Bahçesi’nde goriller birbirine dışkılarını ikram ediyordu... Onlar da bizim gibi primatlar. Gayet güzel, hiçbir şey de olmaz. Yani dışkı pis bir şey değil, sen sidiğini içmez misin?..”

Ben, “12 Eylül geldi, hepimizi kurtardı” diye güzellemeler yapan emekli genel yayın yönetmenleri, “büyük yazar” sıfatlı çok sürüngen görmüştüm ama, “bir insanlık suçunu” böylesine şehvetle savunan, dışkı yemeyi, sidik içmeyi bile içselleştiren bir yaratığa hiç rastlamamıştım...

-Bu jeolog bozuntusuna afiyet olsun, ben kusmaya gidiyorum!..



https://twitter.com/umit_zileli