ÖYLE ÖLÜLER VAR ki, ARKALARINDAN KONUŞUP YAZMAMAK OLMAZ

Dinimizde ölünün arkasından konuşulmaz. Ama öyle ölüler var ki, arkalarından konuşup – yazmamak olmaz, hele de mazlum milletlere, İslam dünyasına, ezilen halklara, Ortadoğu’ya verdikleri zarar dikkate alındığında. Emperyalizmin “e”sini ağızlarına almadan dış politika, uluslararası ilişkiler, Ortadoğu, NATO üzerine kitap yazan bilim insanlarının çok fazla olduğu ülkemizde, geçtiğimiz hafta ölen Zbigniew Brzezinski’nin yaptıklarını anımsatmadan geçemeyiz.  

89 yaşında ölen Brzezinski’yi, ABD Başkanı Jimmy Carter’ın ulusal güvenlik danışmanı olarak tanıdık. Ama başka şapkaları da vardı. Soğuk Savaş’ın son 25 yılından başlayarak, ABD dış politikasındaki en etkili isimlerden oldu hep. SSCB’yi çevrelemek, özellikle Afganistan işgaliyle birlikte Kızıl Ordu’yu hırpalamak için radikal İslamcı akımlara destek verilmesinin fikir babasıydı. Ortadoğu’yu daha da istikrarsız hale getiren adımlarda, ABD’nin açık – örtülü emperyalist müdahalelerinde, işgallerinde katkısı büyüktü. Cumhuriyetçilerin Almanya doğumlu Henry Kissinger’ı ve Demokratların Brzezinski’si dünyaya çok kötülük ettiler.   

İFLAH OLMAZ BİR SOVYET DÜŞMANIYDI

İnsan geçmişini sırtında taşır. Bu yalın gerçek, yakınlarının kısaca Zbig diye çağırdıkları Brzezinski için de geçerliydi. SSCB’yi kuşatma, çevreleme, Doğu Avrupa’dan uzak tutma çabalarında, dünya görüşü kadar, diplomat bir babanın oğlu olarak 1928’de Polonya’da doğmasının, köklü- aristokrat bir aileden gelmesinin de etkisi vardı. Moskova ile açıktan gerilime karşıydı. Onu tahrik etmekten hep kaçınırdı. Ama 2. Dünya Savaşı öncesinde Polonya Dışişleri Bakanlığı’nda çalışan ve ülkesine dönmeyip Kanada’da kalan babasının deneyiminden çok etkilenmişti. Anavatanıyla bağlarını güçlü tuttu. Polonya’da Dayanışma Sendikası’nın başına Lech Walesa’nın gelmesinde katkısı büyüktü.

1960’ların sonlarında başlayan yumuşama döneminin (detente) savunucuları arasında adı öne çıksa da, Sovyet karşıtı tutumu nedeniyle, yumuşama siyasetinde fazla ileri gidilmemesini öneren de Brzezinski idi. Bu politikanın SSCB’ye geniş bir manevra sahası açacağını, Ortadoğu’da elini güçlendireceğini söyledi. 1979’da İran İslam Devrimi, yine 1979’da SSCB’nin Afganistan’ı işgali, Brzezinski’ye SSCB ile ilgili düşüncelerini hayata geçirme fırsatı verdi. İşgale karşı direnen İslamcı yapılara her türlü desteği sundu. Parasal olarak Suudi Arabistan, lojistik anlamda Pakistan seferber edildi. Çin’in SSCB ile yaşadığı gerilim daha da kışkırtıldı. Sonuçta Afganistan’da Sovyetler sadece askeri açıdan değil, siyasi ve iktisadi açıdan da hırpalandı. İtibarı sarsıldı. İşgalin hemen ardından dağıldı.

Afganistan’da Taliban’a verilen destek, ilerleyen yıllarda bölgenin ve dünyanın başına El Kaide, IŞİD, El Nusra gibi terör örgütlerini bela etti. ABD emperyalizmi bunları hem kullandı, hem işgallerine gerekçe olarak sundu. Bir anlamda Yeşil Kuşak projesi hayata geçti. Emperyalizm de mazlum milletleri, Ortadoğu halklarını etnik ve dinsel kimlikler üzerinden birbirine kırdırdı. Brzezinski 2003’te Irak’ın işgaline ise karşı çıktı.   

12 EYLÜL’ün FİKİR BABALARINDANDI

Graham Fuller, Paul Henze, Hanri Barkey gibi Türkiye’yi iyi tanıyan uzmanlardan olan Brzezinski, 12 Eylül 1980 darbesinin arkasındaki isimlerdendi. Özellikle İran İslam Devrimi sonrası, Türkiye’nin kendi başına bırakılamayacak bir ülke olduğunu vurguladı. Bu yönüyle, dış politikada şahin kanatla birlikte anıldı. O yüzden Kissinger dahil, pek çok Cumhuriyetçi uzmandan bile daha sağda olduğu söylendi. Carter’ın ulusal güvenlik danışmanı olduğu dönemde, etkili bir politik aktör olmayı başardı. Öyle ki, dönemin dışişleri bakanı Cyrus R. Vance ile arasındaki anlaşmazlık, bakanın istifasıyla sonuçlandı. Konu, Tahran’daki rehine kurtarma kriziydi.

Ulusal güvenlik danışmanlığı sonrasında, dışişleri bakanlığı yapan, Nobel Barış Ödülü alan Kissinger ile arasındaki rekabet belirgindi. İkisinin yolları, Harvard Üniversitesi’nde de kesişmişti. Kanada’da Montreal’da McGill Üniversitesi’nde okuduktan sonra Harvard’a gelen Brzezinski, Kissinger ile birlikte bir pozisyon için başvurmuştu. Sonuçta 1959’da Kissinger doçentliği almıştı. Brzezinski ise bir başka önemli üniversiteye, Kolombiya Üniversitesi’ne gitmişti.

Brzezinski; Başkan Nixon ve Kissinger tarafından dillendirilen ve ABD, Rusya, Çin arasında üçlü bir dengeyi öngören yapıyı alaya alır, “stratejik gerileme” derdi. Moskova’ya karşı, gerekirse Pekin’le yakınlaşmayı savunurdu. Nitekim dışişlerinin karşı olmasına rağmen, Mayıs 1978’de Çin’e yaptığı geziden sonra iki ülke arasında müzakereler başladı, 7 ay sonra da diplomatik ilişkiler gündeme geldi. Brzezinski’nin Sovyet karşıtlığının, onu bazen gerçeklerden kopardığı ifade edilirdi. Kuram ile gerçek arasında çelişki olunca, gerçekte bazı sapmalar olduğunu düşünecek kadar gözünün karardığı söylenirdi. Örnek olarak da, Komünist Blok’un dağılmadığını, dağılacak gibi de durmadığını yazdığında, SSCB ile Çin arasındaki yakınlığın sona ermesi gösterilirdi.

ABD’nin AŞINAN DEVLET KAPASİTESİNE DİKKAT ÇEKTİ

Ölene dek Johns Hopkins Üniversitesi’nde ders veren, ünlü düşünce kuruluşu CSIS’de görev alan, PBS ve ABC kanallarında yorumculuk yapan Brzezinski, David Rockefeller tarafından 1973 yılında kurulan Trilateral Komisyon’un da ilk yöneticisiydi. Dünya siyasetine yön veren en derin yapılardan biri olan komisyonun amacı Kuzey Amerika, Batı Avrupa ve Japonya’dan siyaset ve iş dünyasının en etkili isimlerini biraraya getirmekti. (Bu konuda ustamız Erol Bilbilik’in önemli çalışmaları vardır).

Soğuk Savaş sonrasında, ABD’nin ihtiyatlı biçimde Rusya ve Çin’le yakınlaşmasının, küresel istikrarın desteklenmesi açısından önemli olduğunu söyleyen Brzezinski, dünya üzerinde ABD’nin ideolojik hegemonyasını yükseltmeye çalıştı. ABD’nin gelişmekte olan ülkelerde daha görünür olması, daha güçlü ekonomik ilişkiler kurması gerektiğini savundu. ABD’nin tek başına davranabilme imtiyazının, onu küresel ölçekte yalnızlaştırma ihtimalini güçlendirdiğine işaret etti. Küresel liderliğin sürmesi için dışarıda küresel istikrarın, içeride toplumsal uzlaşma ve demokratik istikrarın önemine değindi. Varsıl – yoksul uçurumunun ve mali sistemdeki sorunların yarattığı tehlikelere dikkat çekti. Son dönemde, ABD ve batının, yanlarına Rusya ve Türkiye’yi de alarak, Çin’in yükselişini dengeleyebileceğini savundu.

Kıssadan Hisse: Brzezinski’nin tarafı belliydi. O ve onun gibilerle mücadelenin yolu, kendi ulusal stratejimizi saptamaktan geçer.