KANLI GAFLETİN İKİ YÜZÜ!..

Güneşin ölüme secde edercesine batmaya yüz tuttuğu anlarda, köhne sokaklarda ya da şiddete zorunlu selam durmuş bulvarlarda, gıcırtılı ve keskin kepenk seslerinin çığlıklara karıştığı günleri unutmadı Güneydoğu...

Takarovların gölgesinde; “Allahüekber” çığlığıyla namludan çıkan kurşunların enselere kalleşçe ölüm damgası vurduğu, adına “faili meçhul” denilen ihanet süreci herkesin zihninde duruyor...

Adam kaçırma, yeraltında işkence, “domuz bağı” , Takarov sinsiliği, kezzap vahşetinin genç kızların bacakları ve yüzlerinde terör yarattığı kaotik günlerin kabusu ne yazık ki kanlı anılarda halen parende atıyor...

Tüm bu kaosun adı “Hizbullah bilinirdi bir dönem!.. “Mezar ev” ve adına “faili meçhul” denilen katliamlarla özdeşleşen örgüt, keşke PKK’nın siyasallaşmaya başladığı dönemlerde politik çizgiye gelebilseydi...

Hiç olmazsa bugünlerde, sosyal yardımlar ve Hüda-Par (Hizbullah’ın partisi) güzergahında büyümeye çalışırken, dinci terörün cendere yarattığı 1990- 2000 yılları arasındaki cinayetlerle de anılmamış olurlardı...

Dinci örgütün bugünlerde siyasal alanda devinim yaratmaya çalışan yöneticileri inkar etse de, Hizbullah’ın salt PKK’yı enterne etmesi için korunduğu, kollandığı ve ne yazık ki kullanıldığı çeşitli kesimlerce defalarca dile getirildi...

Ta ki örgüt lideri Hüseyin Velioğlu, 17 Ocak 2000’de, İstanbul Beykoz’da polis tarafından öldürülene kadar...

Fethullahçı bürokrasi...

Hizbullah’ın terör estirdiği dönem 1990’ın başlarıydı... “Faili meçhul”lerle karanlık cinayetlerin yoğunlaştığı o dönemdeki iktidarın lideri Tansu Çiller, her ne kadar “devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir” dese de, yalnızca PKK ve arkasındaki sponsorlarıyla mücadeleye değil, aynı zamanda PKK karşıtı grupların “göz yumulan” eylemlerine de dikkat çekiyordu...

Çünkü o dönemde Kürt işadamları öldürülürken, kent merkezlerindeki PKK mi-lisleri de Hizbullah’ın hedefindeydi... Güneydoğu’da gün geçmiyordu ki, adına “faili meçhul” denilen ancak hep Hizbullah dayatmasına dikkat çekilen cinayetler işlenmesin...

Devletin helikopterlerden Kuran ayetleri attığı, PKK’lıların “dinsiz kafir” olarak nitelendirildiği o dönemde, iktidar komünizme karşı “Yeşil Kuşak” kapsamında bölgeye Nurcu-Fethullahçı bürokratlar gönderirken, sokaklarda cinayet işleyen Hizbullahçılar da ne hikmetse yakalanmıyordu...

Bir tek örnek bile Güneydoğu’daki bürokrasi rezaletini anlatmaya yetiyordu; Devletin arazisini cemaate yok pahasına adeta peşkeş çeken Ziyaettin Akbulut adlı valinin görev yaptığı 1990’ların Urfa’sında, faili meçhuller de zirve yapmıştı!.. Heyhat, AKP bu şahsı 2 dönem vekil yapmaktan da utanmadı!..

‘Hizbullah’a göz yumuldu!..’

Peki, 1990’larda Güneydoğu hangi koşullardaydı, “terörle mücadele” adı altında neler yapılıyordu, devlet terör örgütlerine nasıl yaklaşıyordu?..

Bakınız, eski İçişleri Bakanı İsmet Sezgin, BBC Türkçe servisinden Rengin Arslan’a bu konularla ilgili neler söylemiş;

“1994 senesinden evvel de olaylar meydana geldi... Birtakım ölümler, öldürmeler, hapsetmeler oldu. Ve bir mücadele veriyorduk. Bu mücadelede değişik yöntemler de kullanıldı. Dışarıdan birtakım kimseler de görevlendirildi. Yani devlet, kendi görevlerini, devlet görevlisi olmayan birtakım kişilere yaptırmak istedi. Devletin yapması gereken istihbaratı onlar yaptı bir yerde. Bir yerde de gerekli kişileri kışkırttı. Bir yerde de gerekli kişileri ortadan kaldırmanın yollarını aradı. Bir kısmı da birbirini tahrik eder duruma geldi.”

Yukarıdaki açıklamalar, “ürkütücü” ve “şoke edici” tanımlamalarının bile tarif edemeyeceği bir gaflet streatejisinin sarsıcı itiraflarıdır...

Peki, 1991-1993 arasındaki kaotik dönemin bakanı olan Sezgin, “Susurluk” zihniyetinin yanı sıra aslında kimlere dikkat çekiyordu?.. İşte açıklamalarının devamındaki itiraflar;

“O dönemde de Diyarbakır’da bir ikinci grup türedi... PKK’nın karşısında... Onlar da daha ziyade dinsel bir gruptu. Onlar da daimi olarak PKK ile mücadele içerisindeydi. Bakıyorduk, adamı nasıl öldürdüklerine... Şimdi Hüda-Par var ya ona yakın. (Hizbullah) Devlet onlara da göz yumdu...”

20 yıl sonra aynı hata!..

İsmet Sezgin’in dehşet uyandıran sözleri, yalnızca 2000 yılı öncesinde, devletin “terörle mücadele” adı altında rotadan çıkarak, teröre karşı terör kullanmasını anlatmıyor...

Sezgin’in açıklamalarını, son üç yılda “açılım” adı altında PKK’ya verilen tavizlerle yan yana getirdiğinizde, devletin Hizbullah’la işbirliğinden sonra İmralı-Kandil diyaloglarıyla ikinci kez hata yaptığına da dikkat çekmiş oluyor...

Bu gaflet olmasaydı; MİT Başkan Yardımcısı Afet Güneş, Oslo’daki görüşmede, PKK’lı Sabri Ok’a, “Şehirlere patlayıcı yığdığınızı biliyoruz” diyemezdi...

Bu gaflet olmasaydı, hükümete en yakın Sabah gazetesi de geçen ay, “PKK şehirlere 80 bin silah yığdı” diye manşet atamazdı...

Ve yine devletin terör karşısındaki şaşkınlığı olmasaydı, AKP-PKK arasında “açılım” adı altında görüşme sürerken, üstelik HDP de 80 vekille Meclis’e girmişken PKK yeniden terör eylemlerine başlamamış ve son 45 günde 80 güvenlik görevlisini şehit etmemiş olacaktı...

İsmet Sezgin’in 24 yıl sonraki itirafları, yalnızca PKK ile Hizbullah arasında yüzlerce kişinin öldüğü kaos döneminde, devletin gafletini anlatmıyor, AKP Hükümeti’nin de geçmişten ders çıkartmadığını gözler önüne seriyor...

Evet; devlet halkın huzuru için terörle mücadeleyi “yasalar ölçüsünde” yaparken, ne faili meçhule bulaşmalı, ne başka terör güçlerinden destek almalı ne de zafiyete ve gaflete düşmelidir... Demokrasi de, insan hakları da, halkın huzuru da kesinlikle bunu emrediyor...


https://twitter.com/FARACYAZIYOR
https://www.facebook.com/mfarac