KIBRIS ELDEN GİDERKEN BAZILARI HEYKEL KIRIYOR
Türkiye, geçtiğimiz günlerde İstanbul Beylikdüzü’nde yaptırılan ve KKTC’nin kuruluş sürecini anlatan heykele yapılan saldırıyı tartıştı.
Heykele zarar verenler, Rum lider Makarios’un ve Kıbrıs Türklerinin liderlerinden Dr. Fazıl Küçük’ün rölyeflerine zarar verdiler. Saldırıyı, Türk devlet adamı geleneğinin son seçkin temsilcisi olan KKTC kurucu cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın ailesi, Dr. Fazıl Küçük Hareketi, KKTC halkı ve yöneticileri kınadılar. Odatv’den Fethi Yılmaz, konunun ısrarlı takipçisi oldu. Haberleştirdi, gündeme taşıdı. Öte yandan Kıbrıs’tan gelen haberler, Türkiye ve Kıbrıs Türklerinin adadan tasfiye edilmekte olduğunu gösteriyor. Ancak, heykeli kıranlar, Ege Denizi’nde 18 ada Yunanistan işgali altındayken, Kıbrıs elden giderken hiç ses çıkarmıyorlar. Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Kesimi’ndeki hassasiyetin, Türkiye ve KKTC’de olmaması, basında Kıbrıs’la ilgili haberlerin yer görmezden gelinmesi konuyu kamuoyundan uzaklaştırıyor. Kıbrıs Türkleri, Türkiye’ye karşı kışkırtılıyor. Türkiye’de Kıbrıs için, “AB üyeliğimizin önünde engel. Verip kurtulalım. Stratejik önemi yok, zaten masraf kapısı” diyenlerin sayısı artıyor.
Belleklerimizi tazeleyelim. 2004’de Kıbrıs’ın her iki kesiminde Annan Planı oylanırken, Türkiye’yi yönetenler Denktaş’ın tüm uyarılarına rağmen, açıktan Annan Planı’nı desteklediler. Denktaş, planın sakıncalarını TBMM’de anlatmak istediğinde Denktaş’a “Gitsin kendi meclisinde konuşsun” dediler. “Söyleyin ona, danışmanlarını gözden geçirsin” diye kamuoyu önünde sataştılar. Mehmet Ali Talat’la telefonda konuşurken, Denktaş için, “O artık bitti” dediler. Anımsatalım, Denktaş’ın resmi danışmanı, Prof. Dr. Mümtaz Soysal’dır. Danıştığı kişiler arasında Prof. Dr. Erol Manisalı ve Prof. Dr. Şükür Sina Gürel vardır. Bu üç seçkin bilim insanı da, bu satırların yazarının hocasıdır. Üç isim de, 1995’te Türkiye ile AB arasında Gümrük Birliği imzalanırken, Türkiye’nin Güney Kıbrıs’ın AB üyesi olmasına yönelik itirazını geri çekmesine, karşı çıkmıştır. Türkiye’nin garanti anlaşmalarına dayanarak, bu üyeliği engellemeye çalışması gerektiğini belirtmiştir.
AKINCI, TALAT’ın DEVAMIDIR
Gerçekçi olalım. KKTC lideri Mustafa Akıncı, Mehmet Ali Talat çizgisinin devamıdır. Rum kesimine olan muhabbeti, sadece damadının Rum olmasıyla açıklanamaz. İdeolojiktir, tarihseldir. Talat gibi, BM gözetiminde Kıbrıs’ı Rum – Yunan tarafına verme taraftarıdır. Son olarak New York’ta BM Genel Sekreteri nezaretinde buluşan Kıbrıslı Türk ve Rum liderlerin yaptığı zirve sonrası açıklanan mutabakat metnini ABD basını, “Zirvede tarihi uzlaşma” başlıklarıyla verdi. Yani; Akıncı, Annan Planı’ndan bile daha geri hükümlere razıdır. Daha büyük tavizler vermiştir. Rum kesimi, talep çıtasını her seferinde daha yükseğe koydukça, Akıncı da Talat gibi, daha çok ödün vermektedir. Anımsayalım; Annan Planı ABD, AB ve İngiltere tarafından açıkça Rumlar gözetilerek hazırlanmıştı. Türk tarafına verilmeden, Rumlara sızdırılmıştı. Rumlar lehine yazılan plana, Rum kesimi yüzde 75 oranında “hayır”, Türk tarafı yüzde 65 oranında “evet” dedi. O günler Soros ve büyük sermayenin desteğiyle Annan Planı’na destek için gazetelere çarşaf çarşaf ilanlar veren siyaset bilimi, iktisat, uluslararası ilişkiler, kamu yönetimi, işletme hocalarının kaçının yetmez ama evetçi, kaçının Abant Platformu müdavimi, kaçının bildiri imzacısı olduğu da ayrı konudur.
Belirtelim, diplomaside temel kuraldır: Tüm konular üzerinde anlaşma olmadan, hiçbir konu üzerinde anlaşılmış olunmaz. Misal; müzakere edilen 100 madde var ise bunların 99 tanesi üzerinde uzlaşmak yetmez. Paketin tamamı, yani 100 maddenin hepsi üzerinde uzlaşmak gerekir. Aksi halde, uzlaşma olmaz. 2004’te böyle olmadı. Rumlar, daha büyük ödün koparacaklarından emin ve sandık sonucu ne olursa olsun AB üyeliğini garantilemiş olmaktan memnun şekilde gittiler sandığa. Türk tarafı ise dünya diplomasi tarihinde görülmemiş bir söz verdi. Plandaki boşluklar için, “Biz BM Genel Sekreteri Kofi Annan’a güveniyoruz. Boşlukları o doldursun” dedi. Sözde solda geçinen, soldan geçinen Talat ve Akıncı, İngiltere ile derin ilişkileri bilinen Nakşibendi şeyhi Şeyh Nazım Kıbrısi ile birlikte plana destek için çalıştılar. “Yes be annem”, “Zamanı geldi baharda Avrupa” sloganları o dönemden kalmadır. Bizdeki “yetmez ama evet”, “özür diliyoruz.com” tayfası için ilham kaynağıdır.
Günümüzde Türk tarafı, Rumların işi sürekli yokuşa sürmesine, daha çok ödün istemesine, hatta son olarak okullarda Enosis’i anma kararı almasına bile gerekli, güçlü, haklı tepkiyi vermiyor. Daha vahimi, Rumlar kapıyı vurup çıktıklarında bile, onlardan özür dilemelerini talep etmiyor. Görüşmelerin yeniden başlaması için istekli, hevesli oluyor. Kıbrıs Türklerinin, Annan Planı sonrasında tüm adayı temsilen ve Kıbrıs Cumhuriyeti adıyla AB üyesi olan Güney Kıbrıs Rum Kesimi içinde bir azınlık cemaati olarak yaşamasına razı olduğunu gösteriyor.
KIBRIS, GİTTİ GİDİYOR
Atatürk uyarmıştı: “Arkadaşlar, Kıbrıs düşmanın elinde bulunduğu sürece, bu bölgenin ikmal yolları tıkanmıştır. Kıbrıs’a dikkat ediniz, bu ada bizim için önemlidir”. Denktaş da, adeta çığlık atarcasına kitabına şu adı koymuştu: “Kıbrıs Girit Olmasın”. (Remzi Kitabevi, İstanbul, 2004). Milli Mücadele sonrası, Hatay’ın 1939’da anavatana katılmasından sonra, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı ile kazanılan ikinci ve son Türk toprağı olan Kıbrıs, Süleyman Şah Türbesi’nin 2015’te terk edilmesi sonrası, çekildiğimiz ikinci Türk toprağı olacak. Kıbrıs’ı Güneydoğu’nun izleyeceğine yönelik işaretler artıyor. 2017 yılı Ocak ayında BM himayesinde Cenevre’de uzmanların katıldığı müzakerelerde de, Türkiye ve KKTC’ye ciddi baskılar yapıldı. Ve şu bir kez daha belli oldu: Kıbrıs’ın tamamı Rumlara verilmedikçe, Rumları hiçbir ödün tatmin etmez. Türkiye’nin etkin ve fiili garantörlüğünü, Türk askerinin adadaki varlığını, adada iki eşit ve egemen devlet, iki ayrı halk olduğunu Rumlar asla kabul etmiyor. Oysa 1959 – 1960 Zürih ve Londra antlaşmaları sonrasında siyasi eşitlik ve veto hakkı da içeren hükümlerle sorun çözülmüştü. Rumların saldırganlığı sonucu 1963’te ortak devlet ve anayasa çöktü. 1963 – 1974 arasında Makarios döneminde Türklere katliam yapıldı. Öyle ki, darbeci Nikos Sampson şöyle demişti: “Türkiye 24 saat geç gelseydi, kurtaracak bir tane Türk bulamazdı”.
Çevresi enerji zengini olan Kıbrıs, Doğu Akdeniz’in en büyük adası, Ortadoğu ve Avrasya jeopolitiği için de çok önemli. Sadece Türkiye ve Yunanistan değil, Atlantik ve Avrasya güçleri de, İsrail, Suriye ve Mısır da gelişmeleri yakından izliyorlar. Süveyş Kanalı’nın açılmasından sonra önemi daha da artan adanın güney kesiminde iki İngiliz üssü var: Agratur ve Dikelya. Türkiye ile Kıbrıs arasında 71 kilometre, Yunanistan ile Kıbrıs arasında ise 900 kilometre vardır. O nedenle Türkiye’nin güvenliği Kıbrıs’tan bağımsız düşünülemez.
Sözün Özü: Diplomaside yapılan yanlışların telafisi olanaksızdır. Kıbrıs Anadolu’nun devamıdır. Kıbrıs elden çıkarsa, Türkiye Anadolu’ya sıkışır, Akdeniz’de boğulur. Türk – Yunan dengesi, Atina lehine bozulur. Türkiye askeri, stratejik, jeopolitik ve ekonomik olarak kaybeder. Çünkü Kıbrıs’ı elinde tutan, Akdeniz’i denetlediği gibi, Avrasya’nın da anahtarına sahiptir.