TRUMP’ın KUDÜS KARARI NEYİ GÖSTERDİ…
ABD Başkanı Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıması, Ortadoğu’da gerilimi daha da artırdı. Karara karşı tepkiler artıyor artmasına da, İslam âleminin bölünmüşlüğü de dikkat çekiyor. İsrail; Trump’ın kararından Suudi Arabistan ve Mısır’ın önceden haberdar olduğunu açıkladı. ABD, İsrail ve Suudi Arabistan’ın, İran’ı çevrelemek için birlikte çalıştığı dikkate alınırsa, İslam dünyasının kısa vadede birlik olacağını beklemek, gerçekçi değil. ABD ve İsrail de bu gerçeği biliyor. Türkiye’nin karara verdiği tepki ise ABD’de karşılık bulmadı. İç kamuoyuna yönelik olduğu görüldü. Türkiye bu konuda samimi, kararlı, tutarlı, yürekli adımlar atacaksa yapacağı çok şey var:
Misal; İsrail’le diplomatik ilişkileri askıya almak.
Misal; İsrail’le diplomatik ilişkilerin seviyesini düşürmek.
Misal; bu kararı alan ABD’ye karşı harekete geçmek, nota vermek.
Misal; İsrail’le imzalanan askeri ihaleleri iptal etmek.
Misal; İsrail’den tohum ithal etmeyi kesmek.
Misal; ABD için önemi bilinen İncirlik Mutabakatı’nı iptal etmek.
Misal; İncirlik’i kullanıma kapatmak.
Liste uzatılabilir. Ama hep vurguladığımız gibi ABD bağımlılığı yapısaldır.
ÖZELEŞTİRİ VERMENİN ÖNEMİ
Hatalar öğretmenimizdir. Ama öğrenmek, ders çıkarmak için yürekli ve acımasız özeleştiri zorunludur. 1950’lerle birlikte Kore’ye asker yollamanın, NATO’ya girmenin, İncirlik Üssü’nü açmanın sonuçlarıdır bunlar. Keza, Truman Doktrini’nin, Marshall Yardımı’nın, Fulbright Komisyonu’nun tahribatıdır.
Emperyalizmin bölgeye yönelik projeleri 100 yıl öncesine, 1916’da imzalanan Sykes – Picot Anlaşması’na, 1917’deki Balfour Deklarasyonu’na uzanır. Ve emperyalizme, siyonizme karşı çıkarken, aynı kararlılıkla kapitalizme de karşı çıkmak gerekir. Zira bunlar birbirinden ayrı düşünülemez.
Türkiye’nin açmazı şudur: Israrla bölgede denge unsuru olmaya çalışmaktadır. Oysa denge unsuru olmak değil, istikrar unsuru olmak önemlidir. Denge unsuru olmaya fazlasıyla odaklanmak, başka ülkelerin, emperyalist güçlerin projelerinde, onların tehdit olarak gördüklerini dengelemek, çevrelemek için çalışmak gibi tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Misal; ABD istediği için, bölgede İran’ı dengelemeye çalışmak, Rusya’yı çevrelemeye çalışmak, Suriye iç savaşında taraf olmak, rejimi değiştirmeye çalışmak bunun kanıtıdır. Yani, denge unsuru olmaya çalışmak pasif, edilgen, uzantı bir tutum olabilir. Dikkatli olmak gerekir.
Buna karşılık istikrar unsuru olmaya çabalamak, etkin, bağımsız bir tutumdur. Cumhuriyet Türkiye’si bunu başarmıştır. Balkan Antantı, Sadabat Paktı gibi bölgesel ittifaklara öncülük etmiştir. İnisiyatif almıştır. Sovyetler Birliği - Romanya, İran – Irak, İran - Afganistan arasındaki sorunların çözümünde arabuluculuk yapmıştır. Atatürk’ün diplomasisi; akılcıdır, gerçekçidir, kararlıdır. Ciddi, güvenilir ve öngörülebilirdir. İtibar sahibidir. Geçmiş deneyimlerden ders çıkarmıştır. Bölgesel ve küresel gelişmeleri yakından izlemiş, doğru – isabetli tahmin etmiştir. Caydırıcılığa değer vermiştir. Maceradan, hayalci – romantik – maksimalist (aşırı) heveslerden, ırkçı, dinci, mezhepçi politikalardan uzak durmuştur. Türk Ordusu’nun gücüne güvenmiş, ama sorunların çözümünde diplomasiyi öncelemiştir. Türkiye, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı dışında hiç savaşa girmemiştir.
İTTİFAKLARIN DOĞASI DEĞİŞİYOR
Israrla belirtmekte yarar var. Türkiye, dünya genelinde dış politika ajandası en yoğun 10 ülkeden biri olmuştur hep. Bunda coğrafyanın etkisi büyüktür.
Şunları da unutmamak gerekir: Diplomaside dost baskısına direnmek, düşman baskısına direnmekten daha zordur. Diplomaside mesele büyük güç sahibi olmak değildir, eldeki gücü doğru kullanmaktır. Ve en önemlisi dış politikada dost yoktur, menfaat vardır. O yüzden politikacılarımızın başka ülkelerin liderlerine “dostum” diye hitap etmesi gerçekçi değildir. Nitekim ABD’nin sözde müttefiki olan Türkiye; dünyada terörden en çok etkilenen ilk 10 ülke arasında 9. sıradadır. Afganistan, Suriye, Irak, Libya da aynı listededir.
Günümüzde ülkeler kalıcı, kapsamlı, çok yönlü, çok boyutlu, stratejik ittifaklardan uzak durmaktadır. Taktik düzeyde, kısa erimli, esnek, dar kapsamlı, konu – sorun bazında ittifakları tercih etmektedir. ABD Başkanı Trump da, paktlar arası ilişkileri, çok taraflı antlaşmaları değil, ikili münasebetleri, ikili antlaşmaları benimsediğini vurgulamaktadır sıklıkla.
En önemlisi; Türkiye’nin devlet kapasitesi de, ihtiyaçları da, yaşadığımız bölgenin gerçekleri de, bölge ülkelerinin değişen gereksinimleri de, geçici, sahadaki dengelere göre değişen ittifakları önümüze getirmektedir.
Çünkü:
1) Türkiye tek başına bölgeyi etkilemekten uzaktır. Yüksek perdeden konuşmanın, komşu ülkelerin içişlerine karışmanın, komşular arasındaki sorunlarda taraf olmanın, onlara akıl vermenin işe yaramadığı Suriye, Irak, Mısır, Libya politikamızın iflasıyla bir kez daha görülmüştür.
2) Türkiye’nin bölgesel sorunların tamamen dışında kalması olanaksızdır.
3) Türkiye, bölgedeki gelişmelerden fazlasıyla etkilenen bir bünyeye, siyasi, iktisadi, toplumsal, kültürel bir yapıya sahiptir.
Sözün Özü: ABD, kendisine ve NATO’ya meşruiyet kazandırmak için sürekli düşman üretir. Bu Soğuk Savaş yıllarında komünizm idi, Stalinizm idi. Soğuk Savaş sonrasında radikal İslamcı akımlar, sınır aşan suçlar, terörizm oldu. 2000’li yıllarda Rusya Putin iktidarında hızla toparlanınca, ABD bu düşman listesine Putinzm’i de eklemiştir. ABD emperyalizminin saldırı ve işgal aygıtı olan NATO’nun müttefiki olmaz. Diplomatik anlamda mandaları olur. Üye ülkelerdeki örgütlenmesi de, nüfuzu da, darbe aparatı olan gladyo da bunun kanıtıdır.