Şeyh, Derviş, Halife, Büyücü, Falcı

Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine (Kapatılmasına) ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına (Varlığının Ortadan Kaldırılmasına) Dair Kanun, 677 no.lu kanun olarak bilinir. Bu kanun, TBMM nin 30 Kasım 1925 tarihli oturumunda kabul edilmiştir.

(http://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d02/c019/tbmm02019017.pdf)

Bu kanunun birinci maddesine göre genel olarak tarikatlerle şeyhlik, dervişlik, müridlik, dedelik, seyyidlik, çelebilik, babalık, emirlik, nakiblik, halifelik, falcılık, büyücülük, üfürükçülük ve gaibten haber vermek ve murada kavuşturmak amacıyla nüshacılık gibi unvan ve sıfatların kullanımı ile bu unvan ve sıfatlara ait her türlü uygulama yasaklanmıştır. Bu kanuna aykırı davrananlar için de üç aydan eksik olmamak üzere hapis ve elli liradan aşağı olmamak üzere para cezası öngörülmüştür.

AKP Ankara Milletvekili Haluk Özdalga, bu kanunun bugün için herhangi bir ihtiyacı karşılamadığını iddia ederek yürürlükten kaldırılmasını istedi. Bu münasebetle hazırladığı Kanun Teklifini AKP Grup Başkanlığına sundu ve TBMM’de düzenlediği basın toplantısıyla da hazırladığı teklife ilişkin bilgi verdi.

Özdalga, açıkladığı gerekçesinde bu yasaklanan sıfatlardan dedelik, seyitlik, çelebilik, babalık gibi olanların falcılık, büyücülük, üfürükçülük gibi sıfatlarla bir arada anılmasına karşı çıkarak ikinci gruptakilerin birinci gruptakileri küçük düşürdüğünü iddia ediyor. Kanunun din ve inanç özgürlüğüyle bağdaşmadığını ifade ediyor.

BDP Diyarbakır Milletvekili Altan Tan da 28 Şubat 2013 tarih ve 2746 sayısı ile BDP Grup Başkanlığından TBMM Başkanlığı’na gönderilen, “Tekke ve Zaviyelerin Serbestliği ve İbadet Yeri İbaresinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifi” başlıklı kanun teklifiyle, yazımızda bahsi geçen kanunun yürürlükten kaldırılmasını istemişti. (http://www2.tbmm.gov.tr/d24/2/2-1331.pdf) (NOT:Bu teklif hali hazırda ilgili komisyondadır.)

Tan, bu kanunu “devletin, dini kontrol altında tutma” gayreti kapsamında değerlendirmektedir. Bu kanunu “çok kültürlülüğe ve çoğulculuğa vurulan darbe” olarak nitelendirmektedir.

Tan, ayrıca, 677 sayılı kanunun; önce 1950 yılında çıkan 5566/1 sayılı kanunla, daha sonra ise 1990 yılında çıkan 3612/5 sayılı kanunla değişikliğe uğradığının altını çizmektedir.

Gerçekten de kanun, geçen zaman içerisinde birkaç kez revizyon geçirmiştir.

. TBMM’nin 10 Haziran 1949 tarihli oturumunda, Adalet Bakanlığının teklifi ile 677 sayılı kanunun 1. Maddesine cezai müeyyideyi düzenleyen bir fıkra eklenmesi teklifi görüşülmüş, teklifin kabulü ile üç aylık ceza alt sınırı altı aya, elli lira olan para cezası alt sınırı beş yüz liraya yükseltilmiştir. Ayrıca kanun muhaliflerine yine bir yıldan az olmamak üzere sürgün cezası uygun görülmüştür.

. CHP’nin 7.Kurultayında, 1 Aralık 1947 günü yaptığı konuşmada İstanbul Milletvekili Hamdullah Suphi Tanrıöver, Fatih Sultan Mehmet, II.Mahmut gibi Osmanlı padişahlarının Türk tarihindeki önemine işaret ederek tarihe büyük hizmeti olanların türbelerinin tamir edilip açılmasını istediği bir konuşma yapmıştır.

. TBMM’nin 1 Mart 1950 tarihli oturumunda bu türbelerin tamir edilerek açılması konusunda dönemin hükûmeti tarafından verilmiş olan kanun tasarısı görüşülmüş, nihayetinde ise 677 sayılı kanunun 1. maddesine bu hususta bir fıkra eklenerek ilgili bakanlıklarca yapılacak çalışmalar sonucunda ve bakanlar kurulunun onayıyla birçok türbenin açılabilmesi için gereken karar alınmıştır.

. TBMM’nin 7 Şubat 1990 tarihli oturumunda da bu türbelerin açılışına dair izin yetkisi Bakanlar Kurulundan sadece Kültür Bakanlığının oluruna indirgenmiştir.

GELELİM BİZİM SÖZÜMÜZE;

. Hz.Muhammed, herhangi birine şeyh, derviş, dede, seyyid, çelebi, baba, emir, nakib, halife veya benzeri bir sıfat vermiş midir? Eğer vermediyse, bu ünvanlar yok sayılır mı? Yoksa bu ünvanların kullanılması bir tür şirk midir?

. İnsanları sevk ve idare etmek için kullanıldığı aşikâr olan bu sıfatlar Tanrı’nın bahşettiği rütbeler midir? Yoksa bu sıfatları kullananlar günah mı işlemektedir?

. Hz.Muhammed, kıyametten önceki son peygamber olarak kabul edildiğine göre şeyh, derviş, dede, seyyid, çelebi, baba, emir, nakib ve halife gibi sıfatlarla Tanrı ile insan arasına girmeye cüret edebilen insanlara biat edenler de günah mı işlemektedir?

. Bu kanunun yürütmeye koyulmasını isteyen ve “her şeye rağmen muhakkak bir Nur’a yürümekteyiz” diyerek hakikatin ışığını işaret eden Atatürk, böylece dinin kötüye kullanılmasını önlemiş midir? Öyle ise şükran duymak yerine güdülen bu Atatürk düşmanlığı nedir? Rant mıdır? Menfaat midir? Zayıf insanların zaaflarını sömürmek midir?

. Türbelere, mezar yerlerine saygı duymak mı gerekir? Yoksa onları putlaştırıp tapmak mı doğrusudur?

. Haluk Özdalga verdiği kanun teklifi ve açıklamış olduğu gerekçeleri ile bu sorduğum soruların cevapları açısından dinî nedenlerle sınıfta kalmıştır.

. Altan Tan da verdiği kanun teklifi ve açıklamış olduğu gerekçeleri ile bu sorduğum soruların cevapları açısından sınıfta kalmıştır. Zira şeyh, derviş, dede, seyyid, çelebi, baba, emir, nakib ve halife onun umrunda bile değildir. Onun umrunda olan şey malumdur.

HER ŞEYE RAĞMEN MUHAKKAK BİR NUR’A YÜRÜMEKTEYİZ

Her şeye rağmen muhakkak bir Nur’a yürümekteyiz. Bu yol Hakikat yoludur. Bu yol yalnız yürünür. İstesen de istemesen de, kabul etsen de etmesen de sonuna yalnız varılır. Şeyh, derviş, dede, seyyid, çelebi, baba, emir, nakib ve halife ile değil, bu yol İlim’in, Bilim’in ışığı ile aydınlanır.