TRUMP'ın ZAFERİNİN ŞİFRELERİ
ABD’deki başkanlık seçimini Trump kazandı. Aylar süren, düzeyi düşük, içeriği zayıf, magazini bol, hakaret – küfür dozu yüksek başkanlık yarışı sonunda, Kongre’nin her iki kanadında (senato ve temsilciler meclisi) birden çoğunluk sağladı. Dünyanın en çok kazanan kamuoyu araştırma şirketleri, anket firmaları, finans devlerinin strateji uzmanları, en büyük sanayi şirketlerinin danışmanları yanıldılar. Hem de öyle böyle değil, 7-8 puan farkla.
Trump’un yarışa dezavantajlı başladığı doğru. Ancak ülkesindeki toplumsal, siyasal, kültürel geleneği, birikimi, alışkanlıkları daha fazla arkaladığı yadsınamaz. Hemen sıralayalım…
1) ABD müesses nizamı, dev finans kuruluşları, sanayi şirketleri, eski bakanları, hariciyecileri, bürokratları, büyük medya kuruluşları açıkça Hillary Clinton’u desteklediler. Cumhuriyetçilere yakın duran kimi büyük gazeteler bile, Clinton’u desteklediklerini ilan ettiler. Bu yönde başyazılar yazdılar. Cumhuriyetçilerin önde gelen isimleri, bu partiyle adı özdeşleşmiş bazı aileler bile Clinton dediler. Onların bu tutumu, hem halkta ters tepti, hem de Clinton’un işinin hiç de kolay olmadığını, anketlerin aksine çok zorda olduğunu hissettirdi insanlara. Trump karşısında siyasal seçkinlerin, ekonomik devlerin, müesses nizamın adeta bir blok oluşturması, küresel sistemin ağababalarının Clinton’u desteklemesi, sokaktaki, sıradan ABD vatandaşını öfkelendirdi.
TRUMP "MAĞDUR" DURUMUNA DÜŞTÜ
2) Trump, ısrarla edepsiz, saygısız, saldırgan, küstah, cinsiyetçi, ırkçı, Müslüman – göçmen karşıtı bir dil kullanan, vergi kaçıran bir aday olarak gösterildi. Doğru, bu yönde çok fazla çıkışı var. Kabul edilemez sözleri var. Basına fazlasıyla malzeme vermişliği var. Buna karşın H. Clinton’un sadece bir FBI soruşturmasıyla (o da seçime saatler kala aklandı zaten) hırpalanması, kişisel elektronik postasından devlet yazışmalarını yaptığı halde, dışişleri bakanı olarak görev aldığı halde, ona fazla çullanılmaması, sıradan seçmeni kızdırdı. Clinton’un da aslında neo- con’lara, yani Cumhuriyetçi partiyle özdeş olan ama Demokratlar arasında da hayli etkin olduğu bilinen “yeni muhafazakârlara” çok yakın olduğunu unutmadı insanlar. Adayların canlı yayındaki tartışmalarında, müzakerelerinde daha zayıf kalan Trump, yığınların gözünde “mağdur” duruma düştü adeta.
3) Clinton’un eski bir first lady olmanın ötesinde, hem New York senatörü, hem de dışişleri bakanı olarak görev yapmasına rağmen, sanki yeniymiş gibi parlatılması ters tepti. Özellikle de kısaca WASP denen “beyaz, anglo sakson, Protestan” kitleler üzerinde. Bu kitleler ABD’nin kurucu geleneğini, ana gövdesini oluştururlar. “New Yorker’lar” bu kitleleri her ne kadar kaba, taşralı, köylü, tutucu, dindar olarak aşağılasa da, bunların sayısal, siyasal, parasal, kültürel güçleri oldukça yüksektir.
DAHA GERÇEKÇİ LAFLAR ETTİ
4) Dünyada demokrasiye, sandığa, politikacılara yönelik genel bir öfke, güven kaybı varken, bu durum seçimlerdeki katılım oranlarına, politikacıların güven sıralamasında diplerde gezinen konumlarına yansırken, Clinton, adeta hanedan görüntüsü verdi. Başkanlık kampanyasını dev şirketlerin büyük bağışlarıyla besledi. Cumhuriyetçilerin babadan oğla geçen başkanlığı gibi (Baba Bush, oğul Bush), Demokratların da kocasından karısına devredilen başkanlığa yeltenmeleri (Bill Clinton, Hillary Clinton), Demokrat seçmeni dahi ürküttü. Bu saltanat görüntüsü, sandıktan soğuttu. Trump’un müesses nizamla kavga eden, lobilere daha az bağımlı olduğu görüntüsü veren, kendi kampanya bütçesinin büyük bölümünü kendi cebinden karşılayan tavrına karşılık, Clinton’un arkasındaki büyük sermaye, medya, bürokrasi, Hollywood desteği, hatta başka ülkelerin liderlerinden aldığı destek, ortalama seçmeni öfkelendirdi.
5) Trump’un vaatleri ve söylemi, daha çok ekonomi ağırlıklıydı. Dış politikaya ilişkin aykırı fakat daha gerçekçi laflar etti. Mealen,”ABD önce kendi işine baksın”, “IŞİD’i Rusya vuracaksa, niçin Rusları engelleyelim”, “Saddam ve Kaddafi hayatta olsalar, ülkeleri bu kadar kötü olmazdı”, “Esad’ı IŞİD’e tercih etmeliyiz”, “Arapların kendi aralarındaki sorunlardan bize ne” demesi, ortalama seçmene daha sempatik gözüktü, hele de eski dışişleri bakanı Clinton’un icraatlarıyla kıyaslandığında. Trump daha milliyetçi ve ekonomi odaklı konuşurken, Clinton küreselci ve değer odaklı söylem tutturdu. Bol bol demokrasi, insan hakları, özgürlük dedi. Bu sözlerin artık eski ağırlığının olmadığını, eskisi kadar para etmediğini, hatta sıradan seçmeni bıktırdığını anlamadı. Trump, büyük – kalabalık – geniş kitleye, onca gafına, kaba saba lafına rağmen, daha samimi, daha gerçek göründü. Clinton ise fazlasıyla imaja oynadı. Samimiyeti sorgulandı. Yapmacık geldi. Arkasındaki büyük küresel destek hep şüphe çekti.
SIRADAN SEÇMENİ YANINA ÇEKTİ
6) Sonuçta sıradan seçmeni yanına çeken söylem ve kampanya başarılı oldu. Anketörler bir kez daha çuvalladı. New York’un liberal çevreleri hüsrana uğradı. Beyaz yakalı, iyi eğitimli, kentli, sanat dünyasıyla iç içe, entelektüel olmakla övünen, küstah, züppe danışmanların sıradan seçmenden, ortalama vatandaştan ne kadar uzak, ne denli kopuk olduğu bir kez daha görüldü.
Sözün Özü: ABD seçimini yaptı. Sonuçlarına katlanacaktır. Mesele Türkiye’nin ne yapacağıdır. “Trump Türkiye’ye nasıl bakıyor? FETÖ’nün bir numarasını iade eder mi? PKK terör örgütüne desteği keser mi?” gibisinden papatya falı açmak yerine, Türkiye’nin emperyalizme, Atlantik sistemine olan bağımlılığını sorgulamak gerekir. Türkiye; siyasi, iktisadi, askeri, toplumsal, kültürel, bilimsel, teknolojik düzlemde kendi ayakları üzerinde durmadan, kendi gücüne güvenmeden, kendi kendisini yönetmeden bir adım ileri gidemez. ABD başkanına göre konum alan siyaset, ekonomi, medya, bürokrasi, üniversite, ordu sadece başarısız değildir. Aynı zamanda onursuzdur.