AŞK, HİÇBİR ZAMAN PİŞMAN OLMAMAKTIR..

Unutulmaz klasiklerden “Love Story” filmini izleyenler, son sahnenin, son cümlesini hatırlarlar; “Aşk hiçbir zaman pişman olmamaktır” diyordu başrol oyuncusu. Geçtiğimiz günlerde okuduğum, değerli dostum Ceyda KINAY’ın, “Hüzün Feneri” adlı romanında da,  belki benzer bir yorumu farklı bir ifadeyle anlatan bir cümle ilgimi çekmişti; “Sevmek bazen sevdiğinden vazgeçmektir.” Pişman olmamak ve gerektiğinde sevdiğinden vazgeçmek? 

Neden bir insana âşık olmak ve sevmek, genelde pişmanlıklarla, acılarla veya gerektiğinde vazgeçmekle birlikte anılıyor? Sevmek, gerçekten bazen vazgeçmeyi mi gerektiriyor? Peki vazgeçeceksek neden seviyoruz? Vazgeçmeyeceğimiz aşklar, imkânsız aşklar mı yoksa? Buna benzer sorular zihnimi meşgul ederken, bir yazarın cümlesi kulaklarımda çınlıyor; “Hayatta bir ömür boyu sürecek ve unutulmayacak yegâne aşklar, yarım kalan aşklardır” Peki, tamamlanan aşklar unutulmaya mahkûm mu? Bir aşkın ölümsüz olabilmesi için illa ki, yarım kalması mı gerekiyor? Hemen akabinde başka bir aşk felsefesi,  beynimin derinliklerinden fırlayıp, gözümün önünü işgal ediyor; “Eğer büyük bir aşk yaşamak istiyorsan, ödeyeceğin bütün bedellere katlanmaya hazır olmalısın. Zira böyle bir aşkı hiç yaşamamış olmanın getireceği yaşam fakirliği çok daha katlanılmazdır.”  Bakar mısınız?  Büyük bir aşk yaşamak için hem bedeller ödemeye hazır olacaksın, aynı zamanda, bunu yaşamazsan da yaşam fakiri sayılacaksın! 

Evet, itiraf etmem gerekirse ben de bu cümlenin arkasında duruyorum. Hayatında büyük bir aşk yaşama şansı yakalamamış insanların ne yazık ki yaşam fakiri olduğunu düşünüyorum.  Çünkü bir insanı gönülden ve derinden sevebilmiş olmanın, insanın ruhuna ve hayatına kattığı güzelliğin yerini başka hiçbir şeyin tutmayacağına inanıyorum. Eğer bir insanı gerçek anlamda sevebilme duygusunu bonkörce yaşadıysanız ve tattıysanız, bunu size nasip ettiği için yüce yaratana şükretmelisiniz. 

Öyle değil mi ama? Herkes birine âşık olabilir, herkes birini sevebilir. Ama kaçımız asla kaybetmeye dayanamayacağımız,  hayran olduğumuz, beğendiğimiz, eksikliğinin hayatımızı aşk bittiğinde bile eksik bırakacağını hissettiğimiz, sadece onu sevmeyi ve onun tarafından sevilmeyi değil, onun hayatının bir parçası olup onu hayatımızın bir parçası yapmak istediğimiz, bütün hayatı onun varlığıyla tartabileceğimize inandığımız birine âşık olabiliriz, sevebiliriz? Kaçımız bu muhteşem şansa ulaşabilir? 

Buraya kadar güzel ama sevmek, her zaman bir ilişkiyi veya tarafları mutlu sona götürmeye yeterli olabiliyor mu? Keşke olabilseydi ama olmuyor. Çok seven ama sonunu hüsranla kapatanlardansanız, yine de aşka küsmek yok. Aşk ve sevgi gibi yüce duyguların üzerine asla kireç döküp öldürmeyelim.  Ne yaşarsak yaşayalım,  aşkı, mutsuzluk veren, bünyeyi acılara sürükleyen duygular olarak değil, bilakis yaşama tutunmamızı sağlayan, bizi dirençli kılan, bize umut aşılayan bir güzellikler yumağı olarak kabul edelim.  Hayatınızın herhangi bir döneminde, aşkınız uğruna, Kayahan’ın şarkısının da dolduruşuyla, gece 3-5 nöbetlerinde, mide krampları eşliğinde nöbet tuttuğunuz geceler yaşadıysanız, kendinizi şanslı görebilirsiniz.  Çünkü bu yaşadıklarınız sizi olgunlaştırdığı zaman, gidenlerin niçin gittiğiyle veya neden dönmediğiyle ilgilenmemeniz gerektiğini öğreniyorsunuz.  Gün gelecek bu tecrübeler size bir daha asla sevmemeyi değil, bilakis daha fazla ama nasıl sevmeniz gerektiğini gösterecektir. Tabii ki her karşınıza çıkanı sevmeye hevesli, hercai ve ayran gönüllü bir ruha sahip olmadan.  Love Story’nin son sahnesindeki unutulmaz cümlede olduğu gibi; “Yaşanılmasından pişmanlık duyulmayacak aşklar” yaşamanız dileğiyle sözlerimi noktalıyorum. 

Sevgili okurlar, ister yanınızda, ister uzağınızda, her nerede olursa olsun,  gönlünüzdeki sevgilinin, sevgililer günü kutlu olsun. Yunus Emre’nin dediği gibi; “Bilmeyen nereden bilsin bizi, bilenlere selam olsun...”

Sevgiyle kalın..  


https://twitter.com/ErolCanbay2
https://www.facebook.com/erol.canbay.9