BİR GİRİŞİM, BİN SUİKAST!!!
Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş mücadelesi nasıl yokluklar ve savaşlarla doluysa, Atatürk'e düşman olanların ihanetleri de hiç eksilmemişti...
Cumhuriyet öncesindeki iç ve dış ihanetler, devletin kuruluşu sonrasında da devam etmiş, gericilik-bölücülük üzerinden isyana kalkışanlar hiç boş durmamıştı...
İşte o ihanetlerden biri olan Şeyh Said İsyanı da 1925 ilkbaharında bastırılmıştı...
1924'te kurulan Kâzım Karabekir Paşa başkanlığındaki Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası da "dinî hislere gönderme yaparak isyanı desteklediği" gerekçesiyle 3 Haziran 1925'te kapatılmıştı...
Tekke ve zaviyelerin kapatılması, hilafetin, kaldırılması, Türkiye Cumhuriyeti'nin uygar dünyaya entegre olması için yapılan devrimler halk arasında büyük coşku ve uyanış yaratırken, bazı kesimleri de elbette ürkütmüştü...
Atatürk ise cumhuriyetin nasıl büyük bir mücadelenin ürünü olduğunu göstermek için sadece Osmanlı İmparatorluğu'ndan kalan enkazı kaldırmakla yetinmiyor, ülkeyi kalkındırma çabalarını anlatmak için de halkın arasına karışıyordu..
Cumhuriyetin kuruluşunun üzerinden henüz 3 yıl geçmişti ve Gazi Paşa 7 Mayıs 1926'da Ankara'dan ayrılarak ülkenin çeşitli yerlerine trenle ziyaretlere başlamıştı...
Mustafa Kemal Paşa, Eskişehir, Afyonkarahisar, Konya, Tarsus, Mersin, Adana ve Bursa'ya gitmiş, 13 Haziran'da Balıkesir'e uğramış; 14 Haziran'da ise İzmir'e geçmeyi planlamıştı...
İşte İzmir gezisinde Gazi'yi büyük bir tehlike bekliyordu... Paşa'ya suikast yapılacaktı!..
Suikast tehlikesi 14 Haziran günü İzmir Valisi Kâzım Bey tarafından Mustafa Kemal Paşa'ya çekilen telgraf sonrasında, Gazi'nin seyahatini ertelemesi üzerine gün yüzüne çıkarılmıştı...
İzmir'in Kemeraltı semtinde yapılması planlanan suikastın ardında eski bakanlar, milletvekilleri ve valilerin olduğu da anlaşılmıştı... Suikast planı gazetelere şöyle yansımıştı;
"Kemeraltı'ndaki kavşakta dönmek için yavaşlayacak olan Mustafa Kemal Paşa'nın otomobiline, Ziya Hurşit Bey'in kaldığı Gaffarzâde Oteli ve Gürcü Yusuf ile Laz İsmail'in bulunduğu otelin altındaki berber dükkânından ateş edilecek ve bomba atılacaktı... Bu sırada yan sokaktaki otomobilde bekleyecek olan Çopur Hilmi ve Giritli Şevki ile birlikte olay yerinden kaçılması ve daha sonra bir motorla Sakız Adası'na geçilmesi planlanmıştı... "
96 yıl önce İzmir...
Atatürk'e yönelik bu büyük suikast planı bertaraf edilince, yakalanan 4 kişi suçlarını itiraf etmişti...
Bu olaydan sonra İzmir'e gelen İstiklâl Mahkemesi heyetince yapılan duruşmalarda, olayın arkasında daha büyük çapta organize olmuş muhalif gruplar belirlenmişti...
Olayla ilgili 131 kişinin sorgulanmış olması da, suikast planının arkasındaki örgütlenmeyi anlatmaya yetiyordu...
İzmir'de 26 Haziran-13 Temmuz günleri arasında yargılanan kırk kişiden, ikisi gıyabında olmak üzere on beşi idamla, biri ise sürgünle cezalandırıldı...
2-26 Ağustos tarihleri arasında Ankara'da gerçekleştirilen duruşmalarda yargılanan 57 kişiden dördü idam, altısı sürgün, ikisi ise hapis cezasına çarptırıldı...
Ömrünün büyük bölümünü üniforma içinde, cephelerde geçiren, yoksul, cahil ve geri bırakılmış bir toplumdan modern bir ulus yaratmak için cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte büyük mücadeleler veren ve Aydınlanma Devrimi ile Osmanlı'nın yıkım politikalarını bertaraf ederek tüm dünyaya uygar bir Türkiye'nin varlığını duyuran Atatürk'e yönelik bu suikast girişimi tüm yurtta şok etkisi ve üzüntü yaratmıştı...
Ve Atatürk; perde gerisinde siyasiler, bürokratlar ve tetikçi çapulcuların da bulunduğu suikastın bertaraf edilmesinin ardından, 96 yıl önce (tam da bugün 19 Haziran 1926'daki) İzmir gezisini izleyen Anadolu Ajansı muhabirine o ünlü demecini vermişti;
"Benim naçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır... Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır..."
Bitmeyen kin, büyüyen umut...
Bugün 19 Haziran... Atatürk'e yönelik suikast girişiminin üzerinden 96 yıl geçmiş...
Ancak tarihin geçmişi ile ilgili yukarıdaki anımsatmaların amacı 96 yıl önce (14 Haziran 1926'da) Atatürk'e yönelik suikast girişimini anımsatmak değil...
Bu anımsatmaların asıl gerekçesi; Gazi'nin suikasttan birkaç gün sonra Anadolu Ajansı'na söylediği ve cumhuriyetin varlığını kendi canından binlerce kez daha kıymetli gördüğünü en çarpıcı biçimde ifade eden o sözlerinin bugün bile ne kadar önemli mesajlar veriyor olması...
İşte o söz, bir devlet adamının cesareti, mücadelesi, kararlılığı, ileri görüşlülüğü ve özverisini de en çarpıcı biçimde anlatıyordu...
Şüphesiz o demeç aynı zamanda, bin bir badire atlatılarak, yüz binlerce şehit verilerek kurulan cumhuriyetin ilelebet hedefini ve gelecekle ilgili rotasını da işaret etmişti...
Aynı zamanda; Paşa'nın o sözü, (başta kendisi olmak üzere) Kurtuluş Savaşı'nın tüm mücadeleci insanlarına sahip çıkanlara bir uyarı ve ders olarak da söylenmişti...
İşte o muhteşem sözü anımsatmamızın en önemli gerekçesi de; arkasında uygar bir devlet bırakan Atatürk'ün mücadelesine, o devletin temellerine ışık saçan Aydınlanma Devrimi'ne, Gazi'nin "6 Ok"la belirlediği "siyasi", millî servetle donattığı "ekonomik" ve "laiklik"le güçlendirdiği sosyal mirasına yönelik alçakça saldırıların 96 yıl sonra bile durmaması...
Suikastlar devam ediyor vesselam!!!
İşte 96 yıl önce bertaraf edilen bir suikast girişiminden çok daha ağır ve çok daha alçakça saldırılar Gazi'nin sadece mirasına değil, adına, eserlerine, heykellerine de pervasızca devam ederken, "gaflet, dalalet ve ihanet" içinde olanlar yalnızca "iktidar sahipleri" ve destekçileri değil, cumhuriyetin kalelerine sızdırılmış Truva kısraklarıdır da!!!
Geride kalan tek umut nerede biliyor musunuz; Özelinden, devletine, ilahiyatından siyaset bilimine kadar farklı üniversitelerde okurken, (İzmir Marşı) eşliğinde "Mustafa Kemal'in askerleriyiz" diye haykıranlar...
İşte o gençlik; Atatürk'e yönelik saldırıları bertaraf etmekte kararlı olduğunu da gösterdi, Atatürk'e düşman olanlarla ve ihanet edenlerle mücadele edeceğini de...
https://twitter.com/FARACYAZIYOR
https://www.facebook.com/mfarac