HEM PUTİN HEM de TRUMP’la DOST OLMANIN MALİYETİ NE?
Siyasette, diplomaside, askerlikte kuraldır: Ekonomik bağımsızlık yoksa siyasal bağımsızlık da yoktur. O nedenle ekonomik ve teknolojik bağımlılık, her alanda bağımlılığı beraberinde getirir. 100 liralık mal ihraç etmek için, 80 liralık mal ithal eden, yani montaj sanayisine dayalı, bir zamanlar iddialı olduğu tarımda bile dışa bağımlı olmuş bir çevre ekonomisi, bağımsız siyaset izleyemez. Bir yandan Rusya’dan S 400 alır, bir yandan ABD’den, hiç ihtiyacı olmadığı, eldeki uçakları hangarda yattığı halde, 11 milyar dolar verip 40 adet yolcu uçağı alır. Daha vahimi, ülkenin tüm önemli ekonomik varlıklarını varlık fonunda toplar; yabancılara satmak veya onları teminat gösterip yurt dışından kredi almak için…
O haldeyiz ki, ABD, Türkiye için “müttefik olabilir, dost veya ortak değil” derken, Türkiye’nin PKK – PYD terör örgütüyle ilgili, FETÖ elebaşının iadesiyle ilgili hiçbir talebini yerine getirmezken, egemenlerimiz iç kamuoyuna mesaj veriyorlar. ABD Başkanı’ndan “Dostum Trump” diye bahsediyorlar. Ama gerçek öyle değil. Türkiye’nin öncelikle kendi gücüne güvenmesi, üretim ekonomisine geçmesi, eğitim, bilim, teknoloji ve sanayi politikalarını uyum içinde ve dünyayla rekabet edebilir düzeye çıkarması gerekiyor. Bunları yapmanın tek yolu var: Cumhuriyet’in kuruluş felsefesine dönmek. Tutarlı bir bölge merkezli dış politika izlemek. Avrasya’daki gelişmeleri yakından takip etmek. Türkiye’nin çevresindeki denizler arasında en sorunsuz, en istikrarlı ve tertip - kumpas davalarla en seçkin subaylar tasfiye edilene kadar en etkili güç olduğu tek deniz olan Karadeniz’den başlayarak, denizlerde etkili olmak.
Şurası kesin: Türkiye, bölge ülkeleriyle birlikte davranırsa, bölge merkezli dış politika izlerse, geçmişte Balkan Antantı, Sadabat Paktı örneklerinde olduğu gibi inisiyatif alırsa, bölgede ve dünyada, doğuda ve batıda ağırlığını, itibarını, inandırıcılığını artırır. ABD’yle beraber hareket ederse, onun bölgedeki koşulsuz müttefiki olarak görünürse, bölgede nüfuzu, dünyada itibarı zedelenir. Bölge ülkelerinde Türkiye karşıtlığı yükselir. Türkiye, emperyalizmin bölgedeki uydusu, uzantısı, taşeronu, işbirlikçisi olmakla suçlanır. O yüzden, ne Yunanistan’ın işgal ettiği 18 adamıza karşı sesi çıkar, ne Almanya’nın sözde soykırımı parlamentosunda tanımasını önleyebilir, ne de ABD’nin PKK – PYD terör örgütü için “kara gücüm” demesini engelleyebilir.
ABD’nin ALMANYA ve RUSYA ile YAŞADIĞI GERİLİM
Türkiye, batı ile gerilim yaşayınca doğuya; NATO ve ABD ile sürtüşünce, ŞİÖ ve Avrasya’ya yöneliyor. Ama bu taktik yönelimin, ŞİÖ ve Avrasya’da karşılığı yok. İnandırıcı bulunmuyor. Dahası, Türkiye’nin egemen sınıfları, yapısal ve tarihsel olarak batıcı, Atlantikçi, NATO’cu ve AB yanlısı olduklarından, kısa süreli, dönemsel, iç kamuoyuna yönelik mesajlar, batıda ve doğuda umulan etkiyi yapmıyor. Türkiye, batıyı blok, türdeş görmek gibi bir hata da yapıyor. Oysa hiç öyle değil. Misal; ABD ile Almanya arasında son birkaç yıldır iyice su yüzüne çıkan ciddi gerilim var. İktidardaki CDU (Hristiyan Demokrat Parti) ve onun blok oluşturduğu Bavyeralı kardeş partisi CSU (Hristiyan Sosyal Birlik), 24 Eylül genel seçimleri öncesi açıkladıkları seçim bildirgesinde ABD için “dost” sözcüğünü kullanmadılar, “ortak” sözcüğünü yeğlediler. Anlayana önemli bir mesajdı. ABD – Türkiye ilişkileri için yok yere “stratejik ortak”, “stratejik müttefik”, “model ortak”gibi sözler edenler için özellikle de…
Almanya; Afganistan, Irak, Libya, Suriye, Ukrayna – Kırım, Kuzey Kore gibi önemli konu başlıklarında ABD’yle yan oturuyor. NATO için elini daha fazla cebine atmaya da hevesli değil. Almanya; ABD’nin doğrudan ve NATO eliyle Rusya’yı kuşatmasına da karşı... Bunun Rusya’yı kışkırttığına inanıyor. Malum; NATO ve AB üyeleri olan Romanya, Polonya ve Bulgaristan ABD etkisinin güçlü olduğu ülkeler. Üçünde de ABD askeri olarak örgütlü, üsleri var. NATO, 2016’daki Varşova Zirvesi’nde Rusya’yı temel tehdit olarak tanımlarken de Almanya’nın ABD’yle arası şeker renk idi. NATO, Şubat 2017’de Romanya’nın ev sahipliğinde Karadeniz’de tatbikat yaparken de Berlin ihtiyatlı davranmıştı. Rusya; ABD’nin Bulgaristan, Romanya, Gürcistan, Ukrayna, Polonya ve Baltık üçüzlerinde (Estonya, Letonya, Litvanya) artan ağırlığından, Doğu Avrupa, Balkanlar üzerinden Rusya’yı kuşatma çabasından rahatsız. O nedenle Karadeniz’de Kırım’a tahkimat yapıyor. NATO’nun Karadeniz’de tatbikat yapmasına, NATO Daimi Deniz Gücü bulundurma çabasına itiraz ediyor.
Rusya; Suriye’de bir kez daha kanıtladığı üzere, hareketli, dinamik, enerjik bir diplomasi izliyor. Sahadaki askeri başarılar ile masadaki diplomatik kazanımlar arasında uyum söz konusu. Hamle üstünlüğüne sahip ve bu üstünlüğü sürekli geliştiriyor. Gerektiğinde sert, kararlı, ödünsüz davranıyor, gerektiğinde esnek tavır alıyor. Putin; bir yandan mütekabiliyet ilkesi gereği, ülkesindeki ABD’li diplomatların sayısında indirim yapıyor, bir yandan Trump ile gayet samimi bir görüntü veriyor. Keza Putin; Türkiye’nin Rusya’ya olan doğalgaz bağımlılığını, Rusya’nın uçağını düşürmesini, büyükelçisinin Ankara’da öldürülmesini, Türk siyaseti ve diplomasisi üzerinde Rus etkisini artırmak için kullanıyor, aynen Suriye meselesinde olduğu gibi.
ABD’nin DEMOKRASİ YALANLARI
Türkiye ise ABD’nin Karadeniz’e yönelik hesaplarına açıktan, net şekilde karşı çıkmıyor. Montrö dengesinin bozulmasının, en çok Ankara’nın başını ağrıtacağını görmüyor. Çünkü ABD bağımlılığını sorgulamıyor. ABD’nin yalanlarına inanıyor. Anımsayalım; ABD’nin Irak’ı 2003’te işgal etmesine de 1 Mart’ta TBMM’de iktidar çoğunluğu evet demişti. Ama TBMM’de bu tür oylamalar için oya ulaşılamadığı için, tezkere geçmemişti. İktidar partisi, büyük sermaye ve liberaller ABD’nin Irak’a demokrasi götüreceğini söylüyorlardı. Ama onları bizzat ABD’nin önceki dışişleri bakanlarından Condoleeza Rice yalanladı. “Afganistan ve Irak’ı demokrasi götürmek için işgal etmediklerini” söyledi. ABD’nin etkili düşünce kuruluşlarından Brookings Enstitüsü’nde konuşan Rice, “Biz Irak’a Saddam Hüseyin’i devirmek için gittik. Taliban’ı da 11 Eylül sonrası El Kaide’ye güvenli sığınak sağladığı için devirdik” dedi. (“Demokrasi için işgal etmedik”, Cumhuriyet, 13. 05. 2017).
Türkiye şu gerçeği görmeli: ABD’nin 20 trilyon doları aşan borcu, 19 trilyon doları bulan ekonomik büyüklüğünü geçti. Öte yandan hem Rusya hem de Çin, İsrail’le de, İran’la da, Almanya’yla da ilişkilerini geliştiriyorlar. ŞİÖ; Hindistan ve Pakistan’ın üyeliğiyle daha da büyüdü, genişledi. Moskova ve Pekin; BRICS beşlisinde, ŞİÖ’de, BM Güvenlik Konseyi’nde daimi üyeler olarak Suriye konusunda ortak tutum alıyorlar. Türkiye ise ABD ile ilişkileri iyi tutmak adına, ABD emperyalizminin adını anmaktan çekiniyor. Ona “üst akıl” diyor. Hem Büyük Ortadoğu Projesi eş başkanı olup, hem Barzani’nin referandumunu ve bağımsız Kürt devletini önlemenin mümkün olmadığını görmüyor.
Kıssadan Hisse: Diplomaside hesaplar günlük değil, asırlıktır.