HİNDİSTAN, ÇİN ve RUSYA GEZİLERİNDEN AVRASYACILIK ÇIKAR mı?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Hindistan ve Rusya ziyaretleri sonrasında, bu ayın ortasında Çin’e yapacağı ziyareti, ABD gezisi takip edecek. ABD’ye gitmeden önce Avrasya’nın üç büyük gücüne yapılan ziyaret ABD’ye mesaj mı? Blöf mü? Samimi bir Avrasya arayışı mı? Bu soruların yanıtını ABD gezisi sonrası alacağız. Şimdiye dek izlenen politikalar, 15 Temmuz emperyalizm destekli FETÖ’cü darbe girişimi sonrası dahil, iktidar blokunun Avrasya’ya yönelik bütüncül bir siyaseti olmadığını kanıtladı. Türkiye’nin ekonomik ilişkileri geliştirmek isteyen, stratejik hedef içermeyen bir yaklaşımı var. Rusya ve Çin de bunun farkında. O yüzden “Türkiye Batı’dan dışlanıp ağır eleştirilere maruz kaldıkça, geçici olarak, blöf olarak, taktik bir koz olarak Avrasya’yı gündemine alıyor” diyorlar. Belirtelim; Almanya’nın ardından Çin ve Rusya, Türkiye’nin en büyük ticaret ortakları.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Hindistan gezisi, hem siyasi, hem ticari açıdan büyük beklentiyle başladı. Şimdilik umulan ölçüde somut kazanım yok. Rusya’ya domates satmayı başaramadık. Ama Ruslardan buğday almayı kabul ettik; domates – buğday savaşını Rusya kazandı. Türk Akımı ve S 400 füzeleri konusunda da Rusların istediği oldu. Türk tekstiline Rus pazarı yeniden açıldı. İnşaat sektörüne kısıtlama kalkacak. Ama vize muafiyeti konusunda istediğimiz olmadı. En önemli gündem maddesi olan Suriye konusunda Türkiye Rusya’nın tezine biraz daha yaklaştı. Bir diğer önemli başlık olan PKK - PYD terör örgütüne verdiği destek konusunda Rusya geri adım atmadı. Terör örgütünün Moskova bürosu kapatılmadı. Yani, Rusya Türkiye’ye oranla daha çok kazanarak kalktı masadan. Çin gezisinde ise zirvenin başlığı, “Bir Kuşak Bir Yol Projesi”.

Anımsatalım; Çin’deki G 20 Zirvesi’nde, liderlerin “aile fotoğrafında”, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Rus ve Çin liderlerinin arasında fotoğraf vermesi, Avrasya’nın Türkiye’ye verdiği destek olarak yorumlandı. Avrasya güçlerinin Türkiye’ye 15 Temmuz FETÖ’cü darbe girişimi sonrasında destek verdiği doğru. Ama bunun G 20 Zirvesi’ndeki fotoğrafla açıklanması yanlış. Çünkü teamüle göre; aile fotoğrafında, zirveye ev sahipliği yapan ülkenin lideri, önceki zirveye ev sahipliği yapan ülke liderini, gelecek zirvenin yapılacağı ülke lideriyle arasına alarak poz veriyor. Çin’deki zirvede, önceki zirve Türkiye’de yapıldığı, sonraki zirve Rusya’da yapılacağı için, Türkiye’nin Çin ve Rusya arasında fotoğraf vermesi doğaldı, teamüllere uygundu. Hepsi bu.  

RUSYA TÜRKİYE’ye NE KADAR GÜVENİYOR

Rusya, Türkiye ile gerilim yaşadığı dönemde, Türkiye aleyhinde, IŞİD terör örgütüyle ilgili iddialarını içeren bir dosyayı Birleşmiş Milletler’e sundu. Putin’in Erdoğan’la önceki görüşmelerinde, Suriye’ye yönelik Fırat Kalkanı harekâtının süresi, kapsamı ve derinliği konusunda uyarılarda bulunduğu, harekâtın “Suriye’ye danışılmadan yapıldığını” söylediği biliniyor. Tükettiği doğalgazın yüzde 55’ini, kömürün yüzde 33’ünü, petrolün yüzde 18’ini Rusya’dan alan Türkiye’ye karşı Rusya’nın eli kuvvetli. İlk nükleer santralimizi de Mersin Akkuyu’da Ruslar yapıyor, 22 milyar dolara. Yılda 50 milyar dolar enerji faturası ödeyen Türkiye’nin en büyük enerji tedarikçisi olmak, Rusya’ya Türkiye’nin ekonomisi, siyaseti, diplomasisi üzerinde alan açıyor. Psikolojik avantaj da Ruslarda üstelik. Özellikle de düşürülen uçak, FETÖ’cü darbe girişiminde paylaşılan istihbarat ve öldürülen büyükelçi nedeniyle.

Enerji bağımlılığı ve ekonomik ilişkilere karşın, Türkiye politik, diplomatik ve askeri açıdan Batı kurumlarına bağımlı. Batı merkezli küresel ekonomik kurumların, kredi derecelendirme kuruluşlarının ağzının içine bakıyor. IMF, Dünya Bankası, ABD Merkez Bankası, Standarts and Poors, Moodys, Fitch gibi… Türkiye’nin batılı örgütlerle olan ilişkisi, doğulu örgütlerle yok. Şanghay İşbirliği Örgütü’nün diyalog ortağı, geçici olarak Enerji Kulübü Başkanı, o kadar. İktidar blokunun batı bağımlılığını, batının sözünden çıkamayan Körfez ülkeleriyle olan yakınlığını, iktidarı besleyen, iktidardan beslenen sermaye çevrelerinin ABD hayranlığını ABD’nin bildiği gibi, Rusya ve Çin de biliyor.

Dahası var; Türk toplumundaki egemen sınıf ilişkileri; üretim, mülkiyet, bölüşüm ilişkileri; siyasal, toplumsal, kültürel yönelim; Türkiye’nin Atlantik kampından, NATO’dan keskin, hızlı, kökten bir kopuş şöyle dursun, bu bağımlılığı sorgulamasını bile engelliyor. Ekonominin, siyasetin, toplumun, üniversitenin, iş dünyasının, bürokrasinin böyle bir tartışma başlatmasını beklemek gerçekçi değil. Kısa vadede mümkün de değil. Sanayileşme, kalkınma, ihracat, yatırım konuşmayan; sadece rant- repo- faiz- borsa- döviz konuşan bir ekonomi batı bağımlılığından kurtulamaz.

ABD GEZİSİNE BÜYÜK ANLAMLAR YÜKLEMEK YANLIŞ

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD Başkanı Trump ile yapacağı görüşmeden büyük sonuçlar ummak gerçekçi değil. ABD’nin FETÖ’nün elebaşını iade etmesini, PKK – PYD terör örgütüne desteğini kesmesini beklemek boşuna. Onları Suriye ve Irak’ta kara gücü olarak kullanan, PYD’yi terör örgütü olarak görmeyen ABD Türkiye’ye şunu diyor: “PKK – PYD’yi vurma. Onları tanı. IŞİD’e karşı harekâta kara kuvvetlerinle katıl. Karşılığında Suriye’de güvenli bölge kurmanı kabul edeyim. Barzani’nin bağımsızlığını tanı. Suriye’nin kuzeyinde Kürt özerk bölgesini kabul et. Açılım sürecini başlat. Kıbrıs’ı ver”. Türkiye ise kamuoyu önünde bazen ABD’yi eleştirir gibi yapıyor. ABD’lilerle yapılan görüşmelerde ise gayet samimi mesajlar veriyor.

Şurası açık: ABD kurmak istediği Kürdistan’ın yaşaması için, Akdeniz’e açılmasının, petrol gelirlerine sahip olmasının zorunlu olduğunu biliyor. Onu da Türkiye’nin himaye etmesini istiyor. Bu amaçla ABD Ortadoğu’da denetlenebilir istikrarsızlık, kontrollü kaos yaratıyor. Aşınan devlet kapasitesi, azalan ekolojik hakimiyeti, zayıflayan hegemonik kabiliyeti nedeniyle açıktan işgal etmeye gücü yetmiyor. Yani; hibrid savaş yöntemleri, müttefikleri öne sürmek, vekâleten savaş yürütmek ABD’nin tercihi değil, mecburiyeti. Irak’ta inisiyatif ABD’nin, Suriye’de Rusya’nın elinde. O yüzden ABD, Musul’dan çekilen IŞİD teröristlerinin Suriye’ye, Rakka’ya rahatça ulaşmasına koridor açarak nezaret etti. IŞİD’e saldırı hazırlığındaki Suriye ordusunu “yanlışlıkla” bombaladı. Suriye’de ateşkesi bozdu.   

Sözün özü: Türkiye, jeopolitik ağırlığının farkında değil. Kendi nesnel gerçekliği, gereksinimleri, zorunluluklarıyla yüzleşmekten korkuyor. Atlantik bağımlılığını, batı alışkanlığını sorgulayamıyor. Lafı dolandırıyor. “Üst akıl”, “okyanus ötesi” diyor. Emperyalizmin Türkiye’yi bölmek istediğini saptayıp, gereğini yapacak cesaretten yoksun olmak, Türkiye’ye kaybettiriyor.