KORKU SALGINI

Korku, yaşamana en büyük engeldir. Engelin, en vahşi yer dünyadan uzak içine çekildiğin sert bir kabuktur aslında. Çünkü mücadele ettiğin gerçek bir savaşçıdan uzak aynadaki aksindir çoğu zaman. 

Korku, salgın gibidir. Birinden diğerine bulaşan ve hızla yayılan bir hastalığa benzer.

Korku, insanoğlunun yaşaması ve korunması için gerekli bir duygudur. Kişinin varlığını tehdit eden tüm olaylar karşısında kişinin korunmasını sağlayan bir mekanizmadır. Ruhsal çalışmalarda tanımlanmış çok fazla korku türü vardır. Günlük hayat korkuları (güvensizlik, başarısızlık, çaresizlik, değersizlik, yetersizlik, işsizlik, parasızlık, vb.), spiritüel korkular (ruhlar, ölümden sonrası, cehennem, şeytan vd.) ve fobiler (kapalı alan, yükseklik, uçak, hayvan, sosyal vd.). Aslında sahip olunan bütün korkuların temelinde “ölüm” korkusu vardır. Korku tek kaynaktan çıkar ve bölünerek çoğalır. Korkunun azı ya da fazlası zarardır. Korku duymayan kişiler, yasalardan ve cezalandırılmaktan korkmadıkları için şiddete dayalı davranışlar sergilemekten çekinmezler. Korkuyu çok yoğun hisseden kişiler ise günlük yaşamlarını bozacak biçimde pek çok şeyden uzaklaşırlar. Sosyal ortamlarda bulunmaktan bile çekinirler. 

İnsanoğlunun temel ihtiyacı olan güvenlik duygusunu sarsan olaylar hem bireysel hem de toplumsal korkulara dönüşüyor. Korku ve öfke, bireysel ve toplumsal yapıda birçok bozukluğa neden oluyor.

Bireysel açıdan ele alındığında korku, neşesiz bir hayat sürmenize sebep olur. Örneğin iş hayatınızda başarı ile ilgili korkularınız varsa zaman içinde korkularınız sizi kontrol etmeye başlar. Odaklanma, planlama, analiz etme gibi iş ile ilgili becerileriniz zayıflamaya başlar. Başarı elde etmeyi beklerken korkularınız başarısız olmanıza neden olur. Üst üste gelen başarısızlık bir süre sonra kişide yetersizlik duygusuna dönüşür. Yetersizlik duygusu zamanla ruhsal bozukluklara sebep olur.

Toplumsal açıdan ele alındığında ise korku, barış ve refahtan uzak bir yaşam sürmeye sebep olur. Örneğin Türkiye’de 1999 yılında yaşanan Marmara depreminin etkisi yıllarca sürdü. Ağustos 1999 tarihinden önce Türkiye’de deprem korkusu toplumsal bir korku değildi. Ancak o tarihten sonra deprem toplumsal bir korku nesnesine dönüştü. İnsanlar ev sahibi olurken evin ya da binanın az katlı olmasını tercih ediyor. Oturacakları evin ya da binanın depreme dayanıklılığını kontrol ediyor.

İşsizlik, toplumsal ayrımcılık, kadına yönelik şiddet, aile içi şiddet, terör ve terör olayları toplum içinde ciddi korkular yaratıyor. Ankara’ da yaşanan patlamalar toplumda büyük korku yarattı. İnsanlar kapalı ve kalabalık mekânlarda bulunmaktan kaçınıyor. Sokaklara ve caddelere çıkmaya korkuyorlar. Yurtiçi ya da yurtdışı seyahatleri iptal ediyorlar. Hatta ülkemizde yaşanan bu gibi olaylar yüzünden turizm ve ekonomi de ciddi zarar görüyor. Hatta insanlar ekonomik sıkıntılar nedeniyle işsizlik korkusu ile karşı karşıya kalıyor. Toplumsal olayların belirsizliği de çoğu zaman insanlarda var olan korkuyu arttırıyor. Ne zaman ne yaşanacağını bilememek rakibin olmadığı savaş meydanında kalmak gibidir. Artan korkular ise toplumsal hareketi sınırlandırıyor. Üreticiler üretim yapmaktan çekiniyorlar. Geleceği görememek insanlarda umutsuzluğa, karamsarlığa ve mutsuzluğa dönüşüyor. 

Sürekli korku ile yaşamak sağlıklı değildir. Korkuyu tanımak korkuyu yenebilmek için gerekli ilk adımdır. Diğer adım ise korkuya teslim olmamaktır. Kendi duygu, düşünce ve davranışlarınız dışındaki hiçbir şeyi kontrol edemezsiniz. Kontrol edilemeyen şeyler korku yaratsa da onları kontrol edemeyeceğiniz düşüncesini kabul etmelisiniz.  Tehlike arz eden durumları fark etmek ve önlem almak için toplumsal farkındalık sağlanması gerekir. Ayrıca görsel ve yazılı medyanın toplumsal sorunları ele alma biçiminin doğruluğunu sorgulamak gerekir.


https://twitter.com/invivopsikoloji 
https://www.facebook.com/invivopsikoloji